HÂKİM - TDV İslâm Ansiklopedisi

HÂKİM

الحاكم
Müellif: AHMET AKGÜNDÜZ
HÂKİM
Müellif: AHMET AKGÜNDÜZ
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 1997
Erişim Tarihi: 01.12.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/hakim--fikih-usulu
AHMET AKGÜNDÜZ, "HÂKİM", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/hakim--fikih-usulu (01.12.2024).
Kopyalama metni

Sözlükte “hüküm veren, yönetici, kadı” mânalarına gelen hâkim kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de ilk anlamda beş âyette çoğul şekliyle (el-A‘râf 7/87; Yûnus 10/109; Hûd 11/45; Yûsuf 12/80; et-Tîn 95/8), birçok âyette de değişik fiil kalıplarıyla geçmektedir. “Yönetici ve kadı” anlamında ise muhtelif hadislerde kullanılmıştır (Buhârî, “İʿtiṣâm”, 21, “Aḥkâm”, 15, 16, 21, 29, 39, 40; Müslim, “Aḳżıye”, 15; Ebû Dâvûd, “Aḳżıye”, 2, 8). Hâkim usûl-i fıkıhta “hükmün sâdır olduğu kaynak ve hukukun menşei” anlamına gelir. Kaynak kavramı “bir şeyin ilk çıktığı yer” mânasında kullanıldığı zaman hukukun kaynağı ile hukuk kurallarının nereden geldiği ve dayanağının ne olduğu kastedilir. Bu anlamda fıkıh usulünde “delil” kelimesi kullanılmakta, şer‘î hükümlerin dayanağını teşkil eden Kur’an, Sünnet ve diğer kaynaklara “edilletü’l-ahkâm” veya “mesâdirü’l-ahkâm” denilmektedir (bk. DELİL). Hukukun kaynağı ile hukukun menşei, yani kanun koyucu (şâri‘) kastedildiğinde ise İslâm hukukunun kaynağı Allah’ın iradesi olup Kur’an, Sünnet ve diğer kaynaklar Allah’ın iradesine götüren delil ve vasıtalardır.

İslâm hukukçuları, “hukukî hükümlerin yaratıcı kaynağı (menşei)” anlamında tek hâkimin Allah ve O’nun ilâhî iradesi olduğunda ve bu mânada aklın istiklâli bulunmadığında ittifak etmişlerdir. İslâm hukukunda mevcut, “Hüküm vermek ancak Allah’ın hakkıdır” şeklindeki kural da, “Hüküm ancak Allah’ındır; O hakkı anlatır ve O doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır” (el-En‘âm 6/57) âyetinden çıkarılmıştır.

İslâm âlimleri, yaratıcı kaynağı ilâhî irade olan hukukî hükümlerin peygamberler ve ilâhî kitaplar olmadan tek başına insan aklıyla bilinip bilinemeyeceği konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Kelâm ve fıkıh usulünde “hüsün ve kubuh meselesi” adı altında geniş teolojik tartışmalara sebep olan bu konuda Mu‘tezile mensupları ile bazı Ca‘ferîler, menşei Allah’ın iradesi olan hukukî hükümlerin peygamberler ve ilâhî kitaplar olmadan insan aklıyla bilinebileceğini söylemişlerdir. Çünkü öğrenme kaynakları vahiy ile sınırlı değildir ve akıl da bu kaynaklardan biri olabilir. Onlara göre hukukî hükümlerin taalluk ettiği fiillerin birtakım vasıf ve neticeleri mevcut olup bu vasıf ve neticeler söz konusu fiilleri zararlı veya faydalı yapar. Bu vasıflara dayanarak ve fiillerin meydana getireceği zarar veya faydalar göz önüne alınarak onların iyi veya kötü olduğuna akıl ile hükmedilebilir. Bu kabul, âlimleri fiillere ait ilâhî hükümlerin aklın o fiilleri zararlı veya faydalı olarak idrak etmesine göre sevkedildiği sonucuna götürmüştür. Bu da Allah’ın insanlardan, akıllarının faydalı görüp iyi kabul ettiği fiilleri yapmalarını ve zararlı görüp kötü kabul ettiği fiillerden kaçınmalarını istemesi demektir. Buna göre aklın iyi gördüğü fiil Allah’ın da yapılmasını istediği ve yapanlara sevap ve mükâfat vaad ettiği fiil, aklın çirkin gördüğü fiil ise Allah’ın da yapılmasını istemediği ve yapanları cezalandıracağı fiildir. Varılan bu son noktanın ilk bakışta, bu görüş sahiplerinin aklı iyi ve kötü konusunda hâkim saydıklarını çağrıştırdığı ve Allah’ın yegâne şâri‘ ve hüküm koyucu vasfını tartışmalı hale getirdiği doğrudur. Hatta bazı usulcüler bu sebeple Mu‘tezile’ye göre aklın mûcip olduğu, yani aklın iyi veya kötü gördüğü şeyi emretmek veya yasaklamanın Allah için vâcip olduğu iddiasında bulunmuşlarsa da bu iddia (Fahreddin er-Râzî, I/1, s. 223-225; Abdülazîz el-Buhârî, IV, 230; Sadrüşşerîa, I, 90; Ebû Zehre, s. 54) birçok Ehl-i sünnet âlimince doğru bulunmadığı gibi bizzat bazı Mu‘tezile âlimleri tarafından da reddedilmiştir (Kādî Abdülcebbâr, VI, 62-64; Ebü’l-Hüseyin el-Basrî, I, 366; II, 869-870, 886-887). Nitekim Ehl-i sünnet usulcülerinin önemli bir kısmı, Mu‘tezile’nin bu konudaki görüşünü aktarırken Mu‘tezile’ye göre aklın hâkim değil müdrik ve keşfedici olduğunu belirterek (Gazzâlî, I, 56-57; Âmidî, I, 77; İsnevî, I, 154; İbnü’l-Hümâm, II, 89) daha yumuşak bir ifade kullanmışlardır. Öyle anlaşılıyor ki Mu‘tezile’nin bu konuda akla ağırlık vermesi, aklın idrakinin Allah için bağlayıcı olduğu şeklinde değil iyiliği bilinen fiilin emredilmiş, kötülüğü bilinen fiilin yasaklanmış bulunduğunu Allah’ın hükmü olarak görmek gerektiği, fiillerin iyilik ve kötülüğünün akıl ile bilinebileceği tarzındadır. Mu‘tezile literatüründe yer alan ifadelerden menşe anlamında hüküm kaynağının sadece ilâhî olduğu, akla tanınan rolün bu ilâhî hükümlerin bilinmesi konusuyla ilgili bulunduğu, hatta bu konuda bile akla sınır konduğu anlaşılmaktadır (Dönmez, s. 11-12).

Eş‘arîler, Allah’ın kitapları ve peygamberleri olmadan ilâhî menşeli hukukî hükümleri aklın bilmesine imkân bulunmadığını ileri sürmüşlerdir. Zira aklın fiillere dair verdiği hükümlerde apaçık bir ihtilâf içinde olduğu, bir kısım akıllar bazı fiilleri güzel bulurken diğer akılların aynı fiilleri çirkin gördüğü, hatta aynı kişinin aklının bile bir fiil hakkında farklı zamanlarda değişik hükümler verebildiği, ayrıca aklın hükmüne hevâ ve heves gibi başka faktörlerin de etki ettiği bilinmektedir. Dolayısıyla aklın iyi gördüğü fiilin Allah katında da iyi olup O’nun tarafından yapılması istendiğini, aklın çirkin gördüğü fiilin Allah katında da çirkin olup O’nun tarafından yapılmaması istendiğini söylemenin isabetli olmayacağı açıktır. Şu halde Eş‘arîler’e göre menşei ilâhî irade olan hukukî hükümleri öğrenme kaynağı akıl değil sadece ilâhî kitaplar, peygamberler ve bunların gösterdiği yolda müctehidlerin yaptığı ictihadlardır.

Mâtürîdîler’e ve bir kısım Ca‘ferîler’e göre insana ait fiillerin bazı vasıflarının iyilik ve kötülüğü gerektirecek birtakım sonuçları vardır ve akıl bu özellik ve sonuçlara dayanarak bir işin iyi veya kötü (güzel veya çirkin) olmasına hükmedebilir. Bu durumda selim akılların kötü gördüğü fiil din tarafından kötü, iyi gördüğü fiil din tarafından iyi kabul edilmiştir. Bu noktada Mu‘tezile ile aynı kanaati paylaşan bu görüş sahipleri, mükelleflere ait fiillerle ilgili ilâhî hükümlerin bu fiillerdeki aklın kavradığı iyilik ve çirkinliğe bağlanmasını ise şart koşmazlar. Zira akıl ne kadar kâmil olursa olsun hata edebilir, ayrıca bazı fiiller akıl ile idrak edilemez. Bundan dolayı ilâhî hükümlerle aklın iyilik veya çirkinliğini kavradığı fiil arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Şu halde onlara göre akıl hukukî hükümlere kaynak teşkil etmede yeterli olmayıp peygamberlerin ve ilâhî kitapların bulunması halinde hukukî hükümlerin kaynağı bu kitaplar ve peygamberler olacaktır.

Bu kelâmî tartışmaların pratik sonucu, peygamberlerin daveti ve Allah’ın şeriatı kendilerine ulaşmayan insanların dinî ve hukukî sorumlulukları konusunda ortaya çıkmaktadır. Mu‘tezile’ye göre bu insanlar her türlü fiillerinden dolayı sorumlu, Eş‘arî ve Mâtürîdîler’e göre ise sorumlu değildir. Ancak Mâtürîdîler, bunların yalnızca Allah’ı tanıma ve bulma sorumluluğu taşıdıklarını belirtmişlerdir (bk. FETRET; HÜSÜN ve KUBUH).

Şâri‘ kavramı mecazen Hz. Peygamber için de kullanılmıştır. “Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, İslâm’ın hâkimiyetini kabul ederek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın” (et-Tevbe 9/29); “İşte o peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar” (el-A‘râf 7/157) meâlindeki âyetlerden de anlaşılacağı gibi Resûl-i Ekrem’in haram kıldığı dinde haram, helâl kıldığı da helâldir. Ancak bu durum dinde müstakil iki şâri‘ bulunması anlamına gelmeyip, “O arzusuna göre konuşmaz, bildirdikleri vahyedilenden başkası değildir” (en-Necm 53/3-4) âyeti yanında bizzat Hz. Peygamber’in, “Ben ancak Allah’ın kitabında helâl kıldığı şeyi helâl kılarım ve yine ancak Allah’ın kitabında haram kıldığı şeyleri haram kılarım” (Müttakī el-Hindî, I, 195-196) şeklinde ifade ettiği gibi Kur’an’a ve dolayısıyla tek ve gerçek şâri‘ olan Allah’ın iradesine tâbi ve onun kontrolünde bir teşrî‘ faaliyetidir. Resûl-i Ekrem’in vahiyden gerçek anlamda bağımsız olarak hüküm koyma yetkisi bulunmamaktadır (bk. SÜNNET).


BİBLİYOGRAFYA

Buhârî, “İʿtiṣâm”, 21, “Aḥkâm”, 15, 16, 21, 29, 39, 40.

Müslim, “Aḳżıye”, 15.

Ebû Dâvûd, “Aḳżıye”, 2, 8.

, VI, 62-64.

, I, 366; II, 869-870, 886-887.

, I, 55-57.

, I/1, s. 223-225.

, I, 76-89.

, IV, 230.

, I, 90.

İsnevî, Nihâyetü’s-sûl, Beyrut 1984, I, 154.

, I, 172 vd.

, II, 89.

, I, 195-196.

Süleyman Muhammed İzmîrî, Ḥâşiye ʿale’l-Mirʾât, İstanbul 1309, I, 276 vd.

Bihârî, Müsellemü’s̱-s̱übût (Gazzâlî, el-Müstaṣfâ içinde), Bulak 1322, I, 25 vd.

, s. 7-9.

M. Seyyid Bey, Usûl-i Fıkıh, İstanbul 1338, s. 211-237.

Sava Paşa, İslâm Hukuku Nazariyatı Hakkında Bir Etüd (trc. Baha Arıkan), Ankara 1956, II, 299 vd.

Hudarî, Uṣûlü’l-fıḳh, Kahire 1389/1969, s. 20-21.

Orhan Münir Çağıl, Hukuka ve Hukuk İlmine Giriş, İstanbul 1971, s. 94-95.

İbrahim Kâfi Dönmez, İslam Hukukunda Kaynak Kavramı ve VIII. Asır İslam Hukukçularının Kaynak Kavramı Üzerindeki Metodolojik Ayrılıkları (doktora tezi, 1981), Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi, s. 9-15.

Abdülkerîm Zeydân, el-Vecîz fî uṣûli’l-fıḳh, Bağdad 1985, s. 69-73.

Halil Cin – Ahmet Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, Konya 1989, I, 99, 102, 119.

Ali Şafak, Hukuk Başlangıcı Ders Kitabı, Ankara 1992, s. 16-18.

Ferhat Koca, İslam Hukuk Metodolojisinde Tahsis (doktora tezi, 1993), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 197-199.

M. Ebû Zehre, Uṣûlü’l-fıḳh, Kahire, ts. (Dârü’l-fikri’l-Arabî), s. 54.

Ali Bardakoğlu, “Hüsn ve Kubh Konusunda Aklın Rolü ve İmam Maturidî”, EÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 4, Kayseri 1987, s. 59-75.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1997 yılında İstanbul’da basılan 15. cildinde, 182-183 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER