TAY - TDV İslâm Ansiklopedisi

TAY

طيّ
Müellif: M. NEDİM TAN
TAY
Müellif: M. NEDİM TAN
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2019
Erişim Tarihi: 28.11.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/tay
M. NEDİM TAN, "TAY", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/tay (28.11.2024).
Kopyalama metni

Sözlükte “dürüp bükmek; mesafe katetmek, geçip gitmek” anlamlarındaki tay (tayy) kelimesi tasavvufta uzak bir yere bir anda gitmek, an içinde çok uzun bir zaman yaşamak, aynı anda birden fazla yerde bulunmak gibi olağan üstü durumları belirtmek için kullanılır. Kavramın mekânla ilişkisi “tayy-i mekân, bast-ı mekân”, zamanla ilişkisi “tayy-i zaman, neşr-i zaman, bast-ı zaman” şeklinde ifade edilir. Kur’an’da iki yerde geçen tay, kıyamet günü göklerin Allah’ın kudret eliyle dürüleceğini beyan etmek için zikredilmiştir (el-Enbiyâ 21/104; ez-Zümer 39/67). Hadislerde hem kıyamet gününe atfen hem de gündelik bir fiil olarak yer almıştır (Buhârî, “Riḳāḳ”, 44; Müslim, “Zühd”, 72). Hz. Peygamber’in Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da semaya yaptığı yolculuk, Hz. Süleyman’ın veziri Âsaf b. Berahyâ’nın bir anda Belkıs’ın tahtını Yemen’den Süleyman’ın önüne getirmesi (en-Neml 27/38-40), Ashâb-ı Kehf’in yüzyıllarca uyuduğu halde bu süreyi bir gün kadar hissetmesi (el-Kehf 18/9-26) tay kavramının en meşhur örnekleri arasındadır.

Sûfîler, uzak mesafelerin ilâhî bir lutufla an içerisinde aşılmasını bir tür keramet saymışlar, bu durumu “tayyü’l-arz, teshîlü’l-mesâfe” gibi ifadelerle anlatmışlardır (Kelâbâzî, s. 79; Kuşeyrî, s. 437). Kuşeyrî’nin Ebû Türâb en-Nahşebî, Habîb el-Acemî, Ebû Ubeydullah el-Busrî ve Sehl et-Tüsterî gibi sûfîlerin bu tür kerametlere sahip bulunduğunu kaydetmesinde olduğu gibi kavram daha çok menkıbeler üzerinden aktarılmış, dolayısıyla konu keramete dair tartışmalar bağlamında sürekli gündemde kalmıştır. Hücvîrî’nin, Mu‘tezile’nin mi‘racdaki tayy-i mekân ve tayy-i zamanı reddettiğini belirterek konuyu tartışması bu açıdan önemli bir örnektir. Tarikatların teşekkülüyle birlikte pîrlerin ve şeyhlerin tasarruflarının himmet bakımından yücelik alâmeti sayılması neticesinde bu kerametler halk muhayyilesine girmiş; Ebü’l-Hasan el-Harakānî, Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr, Abdülkādir-i Geylânî, Ahmed er-Rifâî, Ahî Evran, Hacı Bektâş-ı Velî, Somuncu Baba, Üftâde, Şâbân-ı Velî, Nûreddin Cerrâhî gibi pek çok tarikat büyüğü buna dair menkıbeleriyle anılmıştır. Ancak sûfîler arasında yayılan, kerametin kendi başına bir değer taşımadığı, istikamet ve zikrin ondan üstün olduğu fikri tayy-i mekân ve tayy-ı zaman rivayetlerinin yorumlanmasında farklı bakışlara yol açmış, Allah’a yakınlık sonucu gerçekleşen kerametlerde kerametin kendisinden çok, yakınlığa teveccüh etmenin esas olduğu belirtilmiştir. Meselâ bir anda Mekke’ye varmayı hikâye eden menkıbelerin aktarılması çok yaygınken Bâyezîd-i Bistâmî’nin böyle bir örnek karşısında istikameti öne çıkarması, ayrıca onun Allah’a sığındığı kerametler arasında tayyın da sayılması meselenin temkinle ele alınmasının bir göstergesidir. Bu görüş, tayya ilişkin rivayetleri halk muhayyilesindeki haliyle bir keramet türü ve hârikulâde olaylar dizisi olmaktan çıkarmış, konuyu kevnî keramet-ilmî keramet ayırımına benzer bir derecelendirmeyle seyrüsülûk çerçevesinde mânalandırılabilir bir konu haline getirmiştir.

Bu konuyu seyrüsülûk bağlamında ele alan sûfîler tay kavramına farklı yorumlar getirmişlerdir. Nitekim Ebû Tâlib el-Mekkî sâlikin vahdete ulaşma merhalelerindeki dönüşümünü tay kelimesiyle ifade eder. Allah’a yakınlık İbn Hafîf tarafından tayyü’l-mesâfât olarak nitelenmiştir (Sülemî, s. 466). Baklî’ye göre tayy-i arz halife derecesinde olanların makamları arasındadır. Muhyiddin İbnü’l-Arabî ise tayy-i mekânın tevekkül makamında iken açığa çıkan kerametlerden biri olduğunu söyler (Abdülkerîm el-Cîlî, s. 92). Ayrıca görünür dünyada tayyın gerçekleşmesi kulun kendi bedenini ibadetler ve mücahedeler yoluyla aşmasının bir neticesidir. Bu mânada İbn Atâullah el-İskenderî “tayy-i hakîkî” kavramını ortaya koymuş (İbn Acîbe, s. 190), benzer şekilde Ebü’l-Abbas el-Mürsî tayy-i asgar ve tayy-i ekber ayırımı yaparak “nefsin sıfatlarını aşma” anlamına gelen tayy-i ekberin esas, bir keramet türü olarak tayy-i asgarın ise ârızî sayıldığını belirtmiştir (Abdülhalîm b. Muhammed er-Rûmî, s. 185). Zühd yoluyla yakîne ermeye tayy-i dünyâ, gaybet ve tahkik haline tayy-i nüfûs, nefsin kademe kademe ruha iltihakına tayy-i sicil denilmiştir. Bu anlatımlarda tayyın, dış dünyaya dönük bir tahakküm arzusundan değil iç dünyaya özel bir tezahürden kaynaklandığı ifade edilmekte, dürülen ya da katedilen zaman ve mekânın gerçekte kalbin halleri ve makamları olduğu belirtilmektedir.

Tayyın mahiyeti insanın varlıktaki konumu açısından da değerlendirilmiştir. Buna göre insanla âlem arasında bir icmal-tafsil ilişkisi vardır. Âdem âlemin icmali, âlem Âdem’in tafsilidir. Dolayısıyla bedence eşya tarafından kuşatılmış görünen insan ruhen eşyayı kuşatmakta ve eşya üzerinde tasarruf etmektedir. Velâyet mertebesinde bu icmal-tafsil ilişkisi fiilî bir durum olma niteliği kazanır. Tayy-i mekân gibi kerametler bu fiilî durumun insân-ı kâmildeki tezahür biçimlerine örnektir. Konuya dair bir başka yoruma göre zaman ve mekânın hükümlerinden kurtularak tasarrufta bulunma yetkisi her insanın vehim vasıtasıyla güç yetirebildiği bir durumken ârifte bu tasarruf hakikat olarak ortaya çıkar. Çünkü varlığın başlangıcından nihayetine kadar bütün cevher ve arazlar ârifin hakikatine ârızdır. Olup biten her şey bir an içinde gerçekleşir. Sûfîler tarafından “ân-ı dâim” ve “indiyyet” gibi kavramlarla ifade edilen bu mertebenin yegâne mazharı “sâhibü’z-zamân” diye isimlendirilir. Onlara göre cem‘ ve vücûd mertebesine ulaşarak hakikatleri müşahede etmek meseleyi fiilen idrak etmenin yegâne yoludur. Nitekim erken dönemlerden itibaren Âsaf b. Berahyâ’nın hali sûfîler tarafından aynü’l-cem‘ ve cem‘u’l-cem‘ gibi kavramlarla ilişkilendirilmiş, sahip olduğu bilginin ise gaybın hakikati olduğu söylenmiştir. Çünkü sûfîlere göre bu tür tezahürler ebülvakt olup vaktin ve halin hükmünden kurtulan kimselere hastır. Kavram bu içeriğiyle edebî örneklerde de yer almış, meselâ Osman Şems Efendi, “Bisât-ı hâkdânı bast ederler lâ-mekân üzre / Ki olmaz hânikāh-ı dehrde sâhib-himem nâbûd” beytiyle sûfîlerin zaman ve mekân anlayışlarını ifade etmiştir. Muhyiddin Çelebi’nin, “Velîler zümresine ermeyince / Hem efrâd ile seyran kılmayınca / Havâriyyûn ile tay etmeyince / Kaçan olasın ol Hızr’a musâhib” kıtası ise bir keramet türü olarak tayyın velâyetin tezahür biçimleri ve ricâlü’l-gayb mefhumuyla ilişkilendirilmesine güzel bir örnektir.

Modern dönemde, tarih ve zaman algısına bağlı olarak insan zihninin çağlar üstü bilgi ya da yorum üretme yeteneği bu kavramla ifade edilmiş, meselâ Nâmık Kemal insanın akıl yoluyla tayy-i zaman ve tayy-i mekân edercesine tarihî bilgiyi ürettiğini söylemiş, Yahyâ Kemal Beyatlı, “Çık tayy-i zaman et açılır her perde / Bir devr geçir istediğin her yerde / Ben hicret edip zamanımızdan yaşadım / İstanbul’u fethettiğimiz günlerde” rubâîsiyle bu muhayyileye yer vermiştir. Hoca Tahsin, fennin gelişmesiyle tayy-i zaman ve tayy-i mekâna erişilerek gezegenler arası yolculukların imkânını dile getirirken pozitivist bilginin son sınırını bu kavramlarla ilişkilendirmiştir. Günümüzde bilim kurgu edebiyatının ve fiziksel gerçekliğe ilişkin model arayışlarının tay kavramına örnek olan menkıbelere dönük ilgiyi canlı tuttuğu görülmektedir.


BİBLİYOGRAFYA

Serrâc, el-Lüma‘: İslâm Tasavvufu (trc. Hasan Kâmil Yılmaz), İstanbul 2013, s. 379.

, s. 79.

Ebû Tâlib el-Mekkî, Ḳūtü’l-ḳulûb (nşr. Bâsil Uyûn es-Sûd), Beyrut, ts., I, 116, 446.

, s. 466.

, s. 114, 123, 291, 437, 450.

, s. 332.

Baklî, Meşrebü’l-ervâḥ (nşr. Nazif M. Hoca), İstanbul 1974, s. 288.

Mecmûʿatü resâʾili İbn ʿArabî, Beyrut 1421/2000, III, 332.

Abdürrezzâk el-Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü (trc. Ekrem Demirli), İstanbul 2004, s. 323-324.

Abdülkerîm el-Cîlî, el-İsfâr ʿan Risâleti’l-envâr (nşr. Âsım İbrâhim el-Keyyâlî), Beyrut 1425/2004, s. 92.

Abdülhalîm b. Muhammed er-Rûmî, Riyâżü’s-sâdât fî is̱bâti’l-kerâmât li’l-evliyâʾ ḥâle’l-ḥayât ve baʿde’l-memât (Cemʿu’l-maḳāl fî is̱bâti kerâmâti’l-evliyâʾ fi’l-ḥayât ve baʿde’l-intiḳāl içinde, nşr. Ahmed Ferîd el-Mezîdî), Kahire 2006, s. 185.

Muhyiddin Çelebi’nin Hızırnâme Adlı Mesnevîsi (haz. Elif Erturan, yüksek lisans tezi, 2009), Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 111.

İbn Acîbe, Îḳāẓü’l-himem fî şerḥi’l-Ḥikem, Beyrut 2004, s. 190.

Seyyid Mustafa Râsim Efendi, Tasavvuf Sözlüğü: Istılâhât-ı İnsân-ı Kâmil (haz. İhsan Kara), İstanbul 2008, s. 754.

Nâmık Kemal, Osmanlı Târihi, İstanbul 1326, I, 11.

H. Bayman, The Secret of Islam: Love and Law in the Religion and Ethics, Berkeley 2003, s. 300-304.

Yusuf Yıldırım, Osman Şems Efendi, Hayatı, Eserleri ve Dîvânı (doktora tezi, 2013), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 235.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2019 yılında Ankara’da basılan (gözden geçirilmiş 3. basım) EK-2. cildinde, 582-583 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER