ŞÎN - TDV İslâm Ansiklopedisi

ŞÎN

ش
Müellif: İSMAİL DURMUŞ
ŞÎN
Müellif: İSMAİL DURMUŞ
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2010
Erişim Tarihi: 28.11.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/sin--onucuncu-harf
İSMAİL DURMUŞ, "ŞÎN", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/sin--onucuncu-harf (28.11.2024).
Kopyalama metni

Sîn ile şîn Ârâmî “şîn”inden türemiş olup aynı şekle sahiptir ve noktalarla birbirinden ayrılır. “Sîn”e noktasız sîn (sîn-i mühmele), “şîn”e noktalı sîn (sîn-i mu‘ceme) denilmiş ve üzerine konan üç nokta ile “sîn”den ayırt edilmiştir. Bazı itinalı el yazmalarında alta konan üç nokta veya üste çekilen bir şerit (tire) “sîn”i ayırma işlevini görmüştür. Fenike, İbrânî ve Ârâmî alfabelerinde şîn “diş” anlamına gelir ve yan yana iki dişi simgeler. Arap alfabesine de aynı biçimde intikal eden harf çeşitli alfabelere göre farklı istikametlere dönmüştür; çabuk yazım kolaylığı için zamanla keskin hatlarını yitirerek kavisli (ş) biçimini almış olmalıdır. Harfin Yunanca adı “sigma”dan hareketle Sâmî adının “ense, omuz, sırt” anlamına gelen “sikm” olduğu iddia edilmiş, bu sebeple harfin ilk şeklinin ön Sînâ dillerinde olduğu gibi bir çeşit boyunduruğu simgelediği ileri sürülmüştür (bk. HARF). Arap alfabesinde söylendiği şekliyle şîn kelimesinin anlamı Halîl b. Ahmed’e göre “cinsel ilişkiye düşkün adam, cesur adam”dır veya bir bitki adıdır (el-Ḥurûf, s. 29). Doğu ebced tertibinde Ârâmî şînin pozisyonunu alan “şîn”in sayı değeri 300, Batı ebced sıralamasında sonda yer aldığından sayı değeri 1000’dir.

Ana Sâmî dilde s1 (sîn), s2 (şîn) ve s3 (sâd) olarak gırtlaksıl olmayan üç sert titreşimsiz ıslıklının varlığı tahmin edilmiştir. Sâmî dillerin birçoğunda bu üç fonem kaynaşıp eriyerek ikiye ve tek sese indirgenmiştir. Eski Etiyopyaca’da sîn ile sâd, Akkadca, Ugaritçe ve bazı Ken‘ânî lehçelerde sîn ile şîn, Ârâmî ve İbrânî dillerinde şîn ile sâd birleşmiş, modern Etiyopya dillerinde her üçü tek ıslıklıya indirgenmiştir. Ancak Biblik İbrânîce’de (ס,שׂ,שׁ‎) eski Güney Arabistan ve modern Güney Arabistan’da (Mehrî, Cibbâlî, Sukutrî, Hobyût) üç farklı fonem ve biçim olarak devam eder. Arap dilinin tarihi boyunca bütün ıslıklılar gibi “şîn”in de telaffuzu puslu kalmış, ses kaymalarına ve değişimlere uğramıştır.

Arap dilindeki şîn fonemi ağız boşluğu harflerinden (hurûf şecriyye: c, ş, y, ż) olup cîm ve yâ ile paylaştığı mahreci dil ortası ile üst damak ortasıdır. “Şîn”i cîm sesinden ayıran önemli özellik “şîn”in telaffuzunda hava hapsinin bulunmamasıdır. Şîn sesinin en belirleyici vasfı ıslıklı ve yayılan bir karaktere sahip olmasıdır. Şîn telaffuz edilirken ses dilin üst ortası ile üst damak ortası arasında yayılarak zâ mahrecine kadar uzanır. Bu tefeşşî özelliği zayıf olarak “ż, f, s̱” harflerinde de bulunur. Tefeşşî sıfatı ortadan kalkacağı için “şîn”in kendi cinsi dışındaki harflere idgamı câiz görülmemiştir (Gānim Kaddûrî el-Hamed, s. 320). Ancak Ebû Amr’ın “sîn”e idgamını câiz gördüğü rivayet edilir: ش س ⟵ سّ: إِلَى ذِي الْعَرْشِ سَبِيلًا ⟵ إلى ذِي العَرِ سَّبِيلًا (el-İsrâ 17/42). Buna karşılık, ”ت، ث، ج، د، س، ض“ harflerinin “şîn”e idgamı câiz görülmüştür: gibi ت ش ⟵ شّ: بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاءَ ⟵ بِأرْبَعَ شّهَدَاءَ (en-Nûr 24/4; diğer örnekler için bk. el-A‘râf 7/19; el-Feth 48/29; Yûsuf 12/30; Meryem 19/4; en-Nûr 24/62).

Şîn fonemini içeren kelimelerin birçoğunun ziraatla ilgili olması, fonemin insanlığın ziraat ve çobanlık zamanında oluştuğu tahminine imkân vermiş ve şîn sesinin yayılma, dağılma, karışma özelliği Arapça şîn ile başlayan veya biten masdarlarda anlam yansıması olarak görülmüştür (Hasan Abbas, s. 115-119).

Bazı Araplar, dişil hitap “kâf”ını belirginleştirmek için vakıf halinde “şîn”e dönüştürerek telaffuz ederler; çünkü bu “kâf”ta dişillik belirten ayırıcı kesre vakıf halinde telaffuzda kaybolur: Aleyki ⟶ aleyş gibi. Bazı Araplar söz konusu “kâf”ı geçiş halinde de şîn olarak telaffuz ederler. Mecnûn’un, sevgilisi Leylâ’ya benzettiği ve bir koyun vererek avcının tuzağından kurtardığı ceylan hakkında söylediği şu dizede görüldüğü gibi: فَعَيْنَاشِ عَيْناها وجِيدُ شِ جِيدُها / سِوَى أنّ عَظْمَ السَّاقِ مِنْش دَقِيقُ (Gözlerin onun gözleri, boynun onun boynu / Ne var ki bacak kemiğin onunkinden ince). Bu fonem dönüşümü bazı Arap mesellerinde de görülür. Buna fonetik biliminde ve leksikolojide “keşkeçe” yahut “şenşene” adı verilir (İbn Cinnî, I, 206; Azîze Fevvâl Bâbetî, I, 560, 570). Söz konusu fonetik dönüşüm bazı kaynaklarda Benî Temîm veya Benî Esed’e nisbet edilir (Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, II, 230-232; Cevherî, eṣ-Ṣıḥâḥ, “kşş” md.). Yemenliler’e veya İbn Abdürabbih’e göre Tağlib kabilesi sadece dişil hitap “kâfı”nı değil mutlak olarak “kâf”ı “şîn”e dönüştürerek telaffuz eder: Lebbeyke ⟶ lebbeyşe gibi (Azîze Fevvâl Bâbetî, I, 570). Bazı Araplar, dişil hitap “kâf”ının harekesini belirginleştirmek için vakıf halinde “kâf”a şîn ekleyerek telaffuz ederler, geçiş halinde ise bunu yapmazlar, مَرَرْتُ بِكِشْ gibi (İbn Cinnî, I, 207). Mısır ve Filistin halk dilinde ise şîn ilâvesi hem dişil hem eril hitap “kâf”ına yapılır (Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, II, 232). Bazı Arap halklarının dilinde ve günlük konuşmada şîn fonemi zây, cîm veya “sâd”a benzeyen bir sesle, cîm fonemi de “şîn”i andırır bir sesle telaffuz edilir: ”أشْدَقُ ⟵ أزْدَقُ، أجْدَرُ ⟵ أشْدَرُ، مَشْغُولٌ ⟵ مَجْغُولٌ“ gibi (Sîbeveyhi, IV, 479; İbrâhim Enîs, s. 69). Farsça’dan Arapça’ya geçen kelimelerde hışırtılı Fars “şîn”i “sîn”e dönüşür: شَلْوَارْ ⟵ سِرْوَالْ gibi. Daha yeni iktibaslarda ise Fars “şîn”i Arap “şîn”i ile temsil edilmiştir: شَاهْ ⟵ شَاهْ gibi. Buna mukabil Arapça’dan Farsça’ya yapılan iktibaslarda Arap “sîn”i Fars “şîn”i ile temsil edilmiştir: عَسْكَرْ ⟵ لَشْكَرْ gibi.

Arap dilinde şîn harfi “b, s̱, c, ḥ, ḫ, ẕ, z, s, ṣ, ż, ʿ, ġ, f, ḳ, k, l, m, n, h” harfleriyle fonetik değişim ve dönüşümlere uğrayarak birçok eş anlamlı ya da yakın anlamlı kelimelerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. b ⟶ ş: bülbül/şülşül (hafif, zarif); s̱ ⟶ ş: behs̱/behş (şevkle koşmak); c ⟶ ş: ʿanc/ʿanş (çekmek); ḥ ⟶ ş: faḥîḥ/faşîş (yılan sesi); ḫ ⟶ ş: ḫabraḳa/şabraḳa (yırtmak); ẕ ⟶ ş: ẕüyûʿ/şuyûʿ (yayılmak); z ⟶ ş: mezḳ/meşḳ (yırtmak); s ⟶ ş: ġabes/ġabeş (alaca karanlık); ṣ ⟶ ş: ṣarm/şerm (kesmek); ż ⟶ ş: żarḥ/şerḥ (yarmak); ʿ ⟶ ş: ʿadf/şedf (parçalamak); ġ ⟶ ş: ġanec/şenec (yaşlı); f ⟶ ş: fedḫ/şedḫ (kırmak); ḳ ⟶ ş: ḳarḥ/şerḥ (yarmak, yaralamak); l ⟶ ş: tenâvül/tenâvüş (almak), laġb/şaġb (lakırdı); m ⟶ ş: mevṣ/şevṣ (yıkamak); n ⟶ ş: nezr/şezr (göz değmek); h ⟶ ş: berheme/berşeme (keskin bakmak) (Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, s. 58-59, 105; Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, I, 10-11; II, 219-239, ayrıca bk. tür.yer.; Onat, I, 128, 191, ayrıca bk. tür.yer.).

Şîn fonemi bütün Türk lehçelerinde bulunmakla birlikte ana Türkçe’de şîn ile başlayan kelimeye rastlanmaz. Yakutça’da çe ile şîn “sîn”e dönüştüğü gibi Eski Türkçe, Çağatayca ve Kazakça’da çe fonemi “şîn”e dönüşmüştür: Çıblak ⟶ şıblak, saç ⟶ saş gibi. Sondaki “şîn”ler ise “sîn”e dönüşmüştür: Baş ⟶ bas gibi. Türk dili - Arap dili etkileşim ve iktibaslarında Arapça “şîn”lerin Türkçe çe, yâ ve sîn ile dönüşüme uğradığı görülmektedir: ç ⟶ ş: çak-/şaḳḳ (şimşek çakmak); karçı-/kaşı-/kharş (kaşımak); çetin/şeṭûn; şemûs/şemîs/çamuş/çamış (huysuz); y ⟶ ş: yarma/şermaʾ, yanık/şenıḳ, yama/şâme, yayık/şâyiʿ, yargu/şarʿu, yaruk/şarʿ/şarḥ/şarḳ, yarıcı/şâric; ş ⟶ s: şarṭ/sart- (Yakutça: yarmak), şavas/savaş.


BİBLİYOGRAFYA

Halîl b. Ahmed, el-Ḥurûf (nşr. Ramazan Abdüttevvâb), Kahire 1969, s. 29.

Sîbeveyhi, el-Kitâb (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1977, IV, 306, 433, 434, 479.

İbnü’s-Serrâc, el-Uṣûl fi’n-naḥv (nşr. Abdülhüseyin el-Fetlî), Beyrut 1405/1985, III, 400, 416.

Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, el-İbdâl ve’l-muʿâḳabe ve’n-neẓâʾir (nşr. İzzeddin et-Tenûhî), Dımaşk 1381/1962, s. 58-59, 105.

Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, Kitâbü’l-İbdâl (nşr. İzzeddin et-Tenûhî), Dımaşk 1379-80/1960-61, I, 10-11, 175-177, 226-229, 289, 332; II, 154-171, 219-239; ayrıca bk. tür.yer.

İbn Cinnî, Sırru ṣınâʿati’l-iʿrâb (nşr. Hasan Hindâvî), Dımaşk 1405/1985, I, 47, 50, 60, 61, 205-207.

İbn Sînâ, Meḫâricü’l-ḥurûf (nşr. ve trc. Pervîz Nâtil Hânlerî), Tahran 1333, s. 15-16, 22, 26, 39, 44, 45.

Saymerî, et-Tebṣıra ve’t-teẕkire (nşr. Fethî Ahmed Mustafa Aliyyüddin), Dımaşk 1402/1982, II, 952-954.

Naim Hazım Onat, Arapçanın Türk Diliyle Kuruluşu, İstanbul 1944, I, 128, 191, 243-257, ayrıca bk. tür.yer.

İbrâhim Enîs, el-Eṣvâtü’l-luġaviyye, Kahire, ts. (Mektebetü nehdati Mısr), s. 69.

Gānim Kaddûrî el-Hamed, ed-Dirâsâtü’ṣ-ṣavtiyye ʿinde ʿulemâʾi’t-tecvîd, Bağdad 1406/1986, s. 320.

Azîze Fevvâl Bâbetî, el-Muʿcemü’l-mufaṣṣal fi’n-naḥvi’l-ʿArabî, Beyrut 1413/1992, I, 560-570.

Hasan Abbas, Ḫaṣâʾiṣü’l-ḥurûfi’l-ʿArabiyye ve meʿânîhâ, Dımaşk 1998, s. 48, 115-119.

F. G. de Blois, “Sīn ve S̲h̲īn”, , IX, 639-640.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 39. cildinde, 165-166 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER