ŞEHREMİNİ - TDV İslâm Ansiklopedisi

ŞEHREMİNİ

Müellif: ALİ AKYILDIZ
ŞEHREMİNİ
Müellif: ALİ AKYILDIZ
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2010
Erişim Tarihi: 01.12.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/sehremini
ALİ AKYILDIZ, "ŞEHREMİNİ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/sehremini (01.12.2024).
Kopyalama metni

Osmanlı saray teşkilâtında saray hizmetinde bulunan dört eminden biridir (diğerleri arpa, matbah-ı âmire, darphâne emini) ve Hâcegân zümresine mensuptur. Saraya ve kamuya ait binaların onarım ve inşa işleri için gerekli olan malzemeyi sağlamak, inşaatlara nezaret etmek, işçi ücretlerini ödemek, bunlarla ilgili hesapları tutmak, Galata Sarayı ve İbrâhim Paşa Sarayı’nın yiyecek ve giyecek giderlerini, Eski ve Yeni (Topkapı) saraylarla padişah hareminin maaş ve masraflarını karşılamak şehremininin başlıca görevleridir. Ayrıca surre alayı için gerekli eşyaları satın alır, sarayın nakliye ücretlerini öder, Enderun’un ihtiyacı olan kap kacağı satın alır ve tamirleriyle ilgilenir, sarayların mühimmatını temin ederdi. Harc-ı Hâssa Kalemi’ndeki memurların terfileri de şehremininin arzı üzerine yapılırdı. XVI. yüzyılın ortalarından itibaren yabancı ülke elçilerinin devlet merkezine kadar olan masraf ve harcamaları yine şehremini vasıtasıyla görülürdü. Evliya Çelebi şehremininin sahip olduğu bu geniş yetkileri, “Gökte uçan ve yerde gezen ve deryada yüzen cümle bu şehremini masârifiyle olur” ifadesiyle belirtir. Fransa’nın İstanbul’daki sefiri Kont Andreossy de şehreminini “sultan sarayının, İstanbul surlarının ve resmî binaların müfettişi” diye tanımlamıştır. Bu hizmet ve giderleri karşılayabilmesi için hazineden şehreminine tahsisat ayrılır, bu tahsisat dönemlere ve değişen şartlara göre farklılıklar gösterirdi. Saray görevlilerinin mevâciblerini ödedikten sonra fazlasını padişah namına muhafaza etmek üzere silâhdar ağaya verirdi.

Şehreminliğinin ne zaman kurulduğu hakkında kesin bilgi yoktur. Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra surların tamirini İstanbul subaşısı olarak tayin ettiği Süleyman Bey vasıtasıyla yaptırması fetihten önce şehremininin görevinin subaşılar tarafından yerine getirildiğine işaret eder. Daha sonra kaleme alınan Fâtih Kanunnâmesi’nde şehremininin maaşı, elkābı ve rütbesi söz konusu edilerek ulûfesinin 120 akçe olacağı belirtilir; teşrifatta defter emininin altında ve reîsülküttâbın üzerinde yer aldığı, terfi ettiğinde defterdar olduğu zikredilir. Kanunnâmede şehremininin elkābı “iftihârü’l-eâlî ve’l-eâzım, muhtârü’l-ahâlî ve’l-ekârim, el-muhtassu bi-mezîdi inâyeti’l-meliki’d-dâim” şeklinde verilir. Hezarfen Hüseyin Efendi’nin 1086’da (1675-76) derlediği Telhîsü’l-beyân adlı kanun mecmuasında (s. 86) şehremininin teşrifattaki yerinin özengi ağası hükmünde olduğuna temas edilir. Ayrıca eminlerin en önde geleni sayıldığı, terfi ettiğinde yeniçeri ağalığına, defterdarlığa ve kapıcıbaşılığa getirildiği bildirilir. Padişahların taşraya ve özellikle Edirne’ye gidişlerinde şehremini de onlarla beraber bulunurdu; ancak padişah ordunun başında sefere çıkarsa şehremini İstanbul’da kalır ve burada sadâret kaymakamının topladığı divana katılırdı. Dîvân-ı Hümâyun toplantıları sırasında şehremini diğer eminlerle birlikte dışarıda durur, fikrine başvurulmak gerekirse içeri girip mütalaasını arzederdi.

Başına alt kısmı dar, üst tarafı geniş bir başlık olan kafesî destarlı kavuk giyen şehremini göreve geldiğinde sadrazamın huzurunda hil‘at giyer, daha sonra bostancı karakulağı ile saraya gidip Dârüssaâde ağasının huzurunda tekrar hil‘at giydikten sonra görevine başlardı. Bazan da yeni tayin edilen diğer makam sahipleriyle birlikte padişahın huzuruna çıkardı. Azlinde ise kendisinde bulunan mühür alınarak bir zarfta saklanırdı. Dairesi Bâb-ı Hümâyun ile Ortakapı arasındaki meydanın solunda olup maiyetinde usta, kalfa, kâtip, halife ve rûznâmeci gibi görevliler vardı. Ayrıca erzak ve mühimmatın muhafaza edildiği şehremini ambarı mevcuttu. Bazı araştırmalarda başmimar ve mimarların şehremininin maiyetinde olduğu ifade edilirse de bunların tayin, azil ve terfi işlemlerine şehremininin müdahale ettiğine dair bir kayıt yoktur. Ancak görev alanlarının yakınlığı sebebiyle bazan mimarbaşının şehreminine vekâlet ettiği, bazan da şehremininin mimarbaşılığa getirildiği olurdu. Nitekim 1698 tarihli bir belgeden mimarbaşı Mehmed Ağa’nın şehreminine vekâlet ettiği anlaşılmaktadır. Bundan yaklaşık iki yıl sonra mimarbaşı olan Ömer Ağa bu göreve şehreminliğinden gelmişti. Şehremini mimarbaşı, su nâzırı, İstanbul ağası, kireççibaşı, ambar müdürü, ambar birinci kâtibi, ikinci mimar ve tamirat müdürünün hepsine tamirat ambarı takımı denirdi. Evliya Çelebi’nin belirttiğine göre Budapeşte, Saraybosna, Bağdat ve Kahire gibi merkezlerde de şehremini vardı. Ayrıca şehrin bütün işlerinin şehremininden sorulduğu, şehreminiyle şehir kethüdâsının sözünün esnaf, tüccar, âyan ve eşrafa geçtiği ve devlete ait binaların şehreminleri vasıtasıyla yapıldığı şeklindeki sözleri şehreminlerinin taşrada İstanbul’da gördükleri işlerin dışında bazı yükümlülükler üstlendiğini göstermektedir.

Şehremini ile hassa mimarbaşının inşaatla ilgili görevleri birbirine yakın gibi görünürse de aralarında ciddi bir mahiyet farkı vardı. Zira şehremini kamu binalarının tamir ve inşası için gerekli olan malzemeyi sağlayıp işçi ücretlerini öderken hassa mimarbaşısı keşif, inşa ve onarım plan ve projelerinin hazırlanması gibi işin teknik yönlerinden sorumluydu. Ancak yetki ve faaliyet alanları arasındaki bu teorik ayırıma her zaman riayet edilmiyordu. XIX. yüzyılın başlarında hassa mimarbaşının alanına giren inşaatların kâgir olup olmaması ve yangınlara karşı alınabilecek tedbirler gibi bazı konuların şehremininden sorulduğu ve şehremininin bu tür teknik konulara daha fazla müdahale ettiği dikkati çeker.

Yeniçeriliğin ilgasından sonra merkezî idareye çekidüzen vermeye çalışan II. Mahmud, faaliyet alanları gittikçe birbirine karışan bu iki görevlinin durumunu, hastalığı sebebiyle görevini aksatan Şehremini Hayrullah Efendi’yi bahane ederek 1831’de ele almış ve şehreminliğiyle mimarbaşılığın birleştirilmesini istemiştir. Padişahın bu konudaki niyeti bir belgede “her umurun cihet-i vahdeti” (dağınık işlerin birleştirilmesi) şeklinde ifade edilir. Ayrıca şehremininin en önemli görevleri arasında yer alan Enderun mensuplarının maaşlarının bundan böyle ceyb-i hümâyundan ödenmesi kararlaştırılmış, bu görev şehremininden alınıp hazine kethüdâsına verilmiştir. Meşveret meclisinde şehreminlerin mimarlık bilmemesi sebebiyle bütün inşaat işlerinin mimarbaşı tarafından yürütüldüğü belirtilmiş ve iki memuriyetin Ebniye-i Hâssa Müdürlüğü adı altında birleştirilip Mimarbaşı Seyyid Abdülhalim Efendi’ye tevcihi kararlaştırılmış, taşrada bulunan kalelerin inşa, tamir ve bakımı da bu müdürlüğe bağlanmıştır.

Şehreminliğinin teşrifattaki yeri mimarbaşılığa göre çok yukarıda bulunduğu için yeni müdürlüğün konumu ikisinin arasında bir yer olarak belirlenmiştir. Hâcelik pâyesi verilen Abdülhalim Efendi’nin teşrifat ve tevcîhattaki sırası Asâkir-i Mansûre kâtibinden sonra gelmekteydi. Asâkir-i Mansûre kışlalarının dışındaki devlet binalarıyla vakıf binalardan alınan % 5’lik mimarlık harcı ile yeni yapılan dükkânlardan ve gayri müslim evlerinden alınan vergilerden oluşan eski mimarbaşı gelirlerini muhafaza eden Ebniye-i Hâssa müdürüne ayrıca matbah-ı âmire tarafından şehreminine verilen tayinat yanında günlük et ve aylık odun tayinatı tahsis edilmiştir. Şehremininin günlük 100 akçe olan geliriyle üç ayda bir verilen 1100 kuruşluk maaşı bu düzenlemeyle birlikte hazinede kalmıştır (28 Cemâziyelevvel 1247 / 4 Kasım 1831).

Bu durumda artık görev alanı kalmayan şehreminliği unvanı lağvedilmiş ve yaklaşık yirmi dört yıl kullanılmamıştır. Unvanın tekrar ortaya çıkması 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında olmuştur. Rusya’ya karşı Osmanlı Devleti’nin yanında savaşmak amacıyla İstanbul’a gelen İngiltere, Fransa ve Sardinya ordularının oluşturduğu büyük nüfus yoğunluğu dolayısıyla ortaya çıkan problemler, sokak kaldırımlarından temizliğe ve aydınlatmaya kadar şehrin mevcut sorunlarının daha belirgin biçimde ortaya çıkmasına yol açmıştır. Buna çare arayan Meclis-i Âlî-i Tanzîmat’ın yaptığı düzenleme teklifi üzerine çıkan 25 Temmuz 1855 tarihli bir iradeyle İhtisap Nezâreti lağvedilmiştir ve İstanbul’un belediye işleriyle daha etkin ve modern biçimde ilgilenmesi için şehremanetinin kurulması kararlaştırılmıştır. Hükümet tarafından tayin edilen ve Meclis-i Vâlâ’nın tabii üyesi olan şehremininin maiyetinde iki yardımcı ile üyeleri halk, esnaf ve hükümet temsilcilerinden oluşan bir şehremaneti meclisi bulunuyordu. 1864 tarihli Vilâyet Nizamnâmesi’yle birlikte taşrada önemli merkezlerde belediyeler kurulmaya ve yaygınlaştırılmaya başlanmıştır. Şehremini unvanı Türkiye Cumhuriyeti’nde bir süre daha kullanılmış, 3 Nisan 1930 tarihinde çıkarılan belediye kanunuyla şehremini ve şehremanetinin yerini belediye ve belediye meclisi gibi unvanlar almıştır (bk. BELEDİYE).


BİBLİYOGRAFYA

Fâtih Sultan Mehmed, Kānûnnâme-i Âl-i Osman (nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 2003, s. 10, 13, 24.

, I-II, tür.yer.

, I, 259; IV, 249; V, 224; VII, 15, 17, 62, 151, 254.

Hezârfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osmân (haz. Sevim İlgürel), Ankara 1998, s. 37, 75, 86, 97, 260, 265.

Naîmâ, Târih (haz. Mehmet İpşirli), Ankara 2007, IV, 1198-1199, 1232-1233.

Eyyûbî Efendi Kānûnnâmesi (haz. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1994, s. 28, 37.

Ahmed Vâsıf Efendi, Mehâsinü’l-âsâr ve hakāikü’l-ahbâr (haz. Mücteba İlgürel), Ankara 1994, s. 239-241.

Tayyarzâde Atâ Bey, Târih, [baskı yeri ve tarihi yok], I, 290.

, III, 165.

, s. 375-378.

Osman Nuri Ergin, Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, İstanbul 1995, III, 1257-1305.

a.mlf., İstanbul Şehreminleri (haz. Ahmed Nezih Galitekin), İstanbul 1996, tür.yer.

Fatma Afyoncu, XVII. Yüzyılda Hassa Mimarları Ocağı, Ankara 2001, s. 8-10, 22.

Takvîm-i Vekāyi‘, nr. 2, İstanbul 7 Cemâziyelâhir 1247 (13 Kasım 1831), s. 1.

Şerafettin Turan, “Osmanlı Teşkilâtında Hassa Mimarları”, , I/1 (1963), s. 158-159, 178-179, 199-200.

St. Yerasimos, “Shehir Emāneti”, , IX, 413-414.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 38. cildinde, 459-461 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER