- 1/3Müellif: SÂMÎ es-SAKKÂRBölüme GitOrtaçağ’da el-Cezîre bölgesinin doğu kısmını meydana getiren Diyârırebîa’nın bir dönemde merkezi olan Musul, Dicle nehrinin batı (sağ) kıyısında kurul...
- 2/3Müellif: AHMET GÜNDÜZBölüme GitOsmanlılar Dönemi. Musul’un Osmanlı idaresine girişi, Yavuz Sultan Selim’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesini ele geçirdiği yıllara rastlar. Özellik...
- 3/3Müellif: UĞUR SİPAHİOĞLUBölüme GitMusul Meselesi. Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı tarihte (30 Ekim 1918) Musul vilâyetinin önemli bir kısmı Osmanlı birliklerinin denetimi altındaydı...
https://islamansiklopedisi.org.tr/musul--irak#1
Ortaçağ’da el-Cezîre bölgesinin doğu kısmını meydana getiren Diyârırebîa’nın bir dönemde merkezi olan Musul, Dicle nehrinin batı (sağ) kıyısında kurulmuştur. Arapça vasl (ulaşmak, kavuşmak) kökünden türetilen ve Musul’un aslı olan “kavşak” anlamındaki Mevsıl adının şehre verilmesi, kurulduğu devirde çeşitli kervan yollarının veya o kesimde Dicle ile bazı kollarının birleşmesi sebebine bağlanmaktadır (Yâkūt, V, 258). Makdisî, şehrin eskiden Havlân diye tanındığını ve Araplar’ın burayı imar edip bir ordugâh-şehir haline getirdikten sonra adını Mevsıl’a çevirdiklerini (Aḥsenü’t-teḳāsîm, s. 138-139), Yâkūt el-Hamevî ise Hamza el-İsfahânî’den naklen şehrin Sâsânîler zamanındaki adının Neverdeşîr olduğunu ve buranın el-Cezîre ile Irak’ı, Dicle ile Fırat’ı ve Sincâr ile Hadîse’yi birbirine bağladığı veya Mevsıl adlı bir hükümdar tarafından kurulduğu için bu adla anıldığını (Muʿcemü’l-büldân, V, 258-259) kaydeder. Şehrin tesis tarihi ve Eskiçağ’da mevcut olup olmadığı hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. İran kaynakları, Sâsânî hükümdarlarından II. Hüsrev veya onun bir valisi tarafından kurulduğunu ileri sürer. Ancak yaygın kanaate göre II. yüzyılda bugünkü Musul’un yerinde bir hıristiyan kolonisi mevcuttu ve burası eski Asur İmparatorluğu’nun başşehri olan Ninevâ’nın karşısında bulunuyordu. Bu koloni daha sonra Bizanslılar’ın Asur Piskoposluğu’nun merkezi olmuş ve İslâm fethine kadar hıristiyan kimliğini korumuştur.
Musul, 20 (641) yılında Utbe b. Ferkad es-Sülemî veya 16’da (637) Rebî‘ b. Efkel el-Anzî tarafından fethedildi. Hz. Ömer, fâtih kumandan Utbe b. Ferkad veya Rebî‘ b. Efkel’i vali tayin ettiği şehre Araplar’ı yerleştirerek burayı bir garnizon-şehir haline getirdi ve ortasına büyük bir cami yaptırdı (Belâzürî, s. 327; İbnü’l-Fakīh, s. 123-124). Hz. Osman da Musul’a Ezd, Kinde, Tay, Abdülkays kabilelerine mensup 4000 kişi iskân etti ve buraya Arfece b. Herseme’yi vali olarak gönderdi. Emevîler devrinde genellikle halife oğullarının tayin edildiği en önemli valiliklerden biri olan Musul’a Abdullah b. Zübeyr de Muhammed b. Eş‘as’ı vali yaptı. Musul son Emevî halifesi II. Mervân zamanında genişletilerek imar edildi ve el-Cezîre’nin merkezi haline getirildi. Abbâsîler’in de çok önem verdikleri ve çeşitli yerleşim birimleriyle beraber Azerbaycan sınırına kadar uzanan toprakların tamamını bağladıkları Musul’da özellikle Halife Mütevekkil-Alellah’ın ölümünden (247/861) sonra bir taraftan Kürt isyanları çoğalırken bir taraftan da Hâricîler kargaşa başlatıp yönetimi ele geçirdiler. Halifelerin tayin ettiği, aralarında Türk kumandanlarının da bulunduğu valiler karışıklıkları sona erdiremediler.
293-294 (906-907) yıllarında Halife Müktefî-Billâh’ın Musul’da Kürtler’in çıkardığı isyan ve karışıklıklara nihayet vermek üzere görevlendirdiği Benî Tağlib’e mensup Hamdânî emîrleri Kürtler’le Hâricîler’i itaat altına almayı başardılar ve önce Abbâsîler’in valileri sıfatıyla, 317 (929) yılından itibaren de bağımsızlıklarını ilân ederek şehre hâkim oldular. Hamdânî hâkimiyeti 380’de (990) sona erdi. Dahhâk b. Kays liderliğinde gelişen Sufriyye 100.000’i aşan mensubu ile Kûfe’de etkinlik kazandı ve önce Musul’a, ardından Nusaybin’e yürüdü. Mehdî-Billâh döneminde Yâsîn el-Mevsılî et-Temîmî Musul’da ayaklandı. Şehir halkının desteklediği Hamza b. Mâlik el-Huzâî’nin isyanı da bastırıldı. Bu tarihte Ukaylîler Musul’u ele geçirip altı yıl Büveyhîler’e tâbi olarak hüküm sürdüler. Şehir 373’te (984) Mervânîler’in kurucusu Bâz’ın hâkimiyetine girdi. Ukaylîler daha sonra kendi hânedanlarını kurup Musul’da hüküm sürdüler. Abbâsî halifeleriyle yakın ilişki içinde bulunan Ukaylîler zaman zaman Fâtımîler’e yaklaşmış, hatta bazan Fâtımî halifesi adına hutbe okutmuşlardır. 448’de (1056) Musul Irak’la beraber Selçuklular’ın eline geçtiyse de bir yıl sonra Büveyhî kumandanı Besâsîrî şehri zaptetti; ancak Selçuklular şehri aynı yıl geri aldılar ve dört yıl daha ellerinde tuttular. 453’te (1061) tekrar Ukaylîler’in hâkimiyetine giren Musul 477’de (1084) Selçuklu ordusu tarafından ele geçirildi, fakat Sultan Melikşah şehri tekrar Ukaylî Emîri Müslim b. Kureyş’in idaresine verdi. Musul, Selçuklu Emîri Kürboğa’nın zaptına kadar (Zilkade 489 / Kasım 1096) Ukaylîler’in elinde kaldı. I. Kılıcarslan, Musul ileri gelenlerinin daveti üzerine şehre girdi ve Büyük Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar adına okunmakta olan hutbeye son verdi (500/1107). Ancak Musul Valisi Çavlı ile yaptığı savaşta mağlûp oldu ve Habur nehrini geçerken boğuldu. Muhammed Tapar’ın 502’de (1108) Çavlı’nın yerine Musul valiliğine gönderdiği Mevdûd b. Altuntegin sultanın emriyle Haçlılar’a ilk defa karşı koyan emîr oldu. 521 (1127) yılında Irak Selçuklu Sultanı Mahmûd b. Muhammed Tapar’ın, oğluna atabeg tayin ettiği İmâdüddin Zengî’ye Musul’u iktâ etmesiyle burada Musul Atabegliği (Zengîler) denilen devletin temelleri atıldı.
Atabeg İzzeddin I. Mes‘ûd, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Musul’u ikinci defa kuşatması üzerine onun adına hutbe okutup sikke bastırmak zorunda kaldı (9 Zilhicce 581 / 3 Mart 1186). Böylece tâbi devlet haline gelen Zengîler, Haçlılar’a karşı cihad ilân eden Selâhaddin’e yardımcı kuvvetler göndererek Hittîn zaferine ve Kudüs’ün fethine büyük katkıda bulundular. Musul Atabegi I. Nûreddin Zengî Arslanşah’ın âzatlısı iken Musul’un en yetkili kişisi durumuna gelen Bedreddin Lü’lü’, son Zengî atabeginin ölümüyle halife tarafından sultan ilân edildi (Rebîülevvel 631 / Aralık 1233). Lü’lü’, bağımsız bir hükümdar olarak devletinin sınırlarını Habur ırmağına kadar genişlettiyse de Moğollar’ın Bağdat’ı zaptının ardından Hülâgû’nun huzuruna çıkıp bağlılığını arzetti, böylece Musul’u Moğol tahribinden kurtardı. Ancak ölümünden sonra yerine geçen oğlu el-Melikü’s-Sâlih İsmâil, Hülâgû’ya karşı Memlük Sultanı Baybars’ın yanında yer alınca Musul Moğol tahribatına mâruz kaldı (660/1262). Kendisi de Hülâgû’nun huzuruna götürülerek öldürüldü. Böylece bağımsız devlet olmaktan çıkan Musul sırasıyla İlhanlı, Celâyirli, Timurlu, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Safevî dönemlerinden sonra 923 (1517) yılında Osmanlı hâkimiyetine girdi.
Musul, eski seyyah ve coğrafyacıların sık sık ziyaret ettikleri ve kitaplarında geniş yer verdikleri şehirlerden biridir. Çocukluk ve gençlik döneminin bir kısmını Musul’da geçiren İbn Havkal önceleri burada fazla ağaç bulunmadığını, Hamdânîler’in diktiği meyve ağaçlarıyla güzel bahçeler oluştuğunu, üzüm ve diğer meyvelerin çoğaldığını, şehrin geniş bir alanı kapsadığını, çok sayıda köyleriyle meralarının bulunduğunu söyler (Ṣûretü’l-arż, s. 214-218). Makdisî de Musul’un binaları güzel, havası hoş, suyu temiz büyük bir şehir olduğunu kaydeder. Zübeyde nehri kıyısındaki Murabbaa Kalesi’nden, çoğunun üzeri kapalı çarşılarından, özellikle bunlardan sur içindeki Sûkulerbiâ’dan bahseder ve Kasrülhalîfe adlı sarayın şehre yarım fersah mesafede eski Ninevâ yakınlarında bulunduğunu belirtir (Aḥsenü’t-teḳāsîm, s. 138). İbnü’l-Fakīh şehri her yönüyle övdükten sonra burada bir yıl kalanın gücünün artacağını söyler (Muḫtaṣar, s. 133). Yâkūt el-Hamevî, Hadbâ adıyla da anılan Musul’un İslâm ülkelerinin en büyük ve en meşhur şehirlerinden biri, Irak’ın kapısı, Horasan’ın anahtarı, Azerbaycan’ın güzergâhı ve doğunun kapısı sayılan Nîşâbur’a, batının kapısı durumundaki Dımaşk’a gitmek için buradan geçmek gerektiğinden dünyanın üç büyük şehrinden biri kabul edildiğini kaydeder (Muʿcemü’l-büldân, II, 262; V, 258). Musul’u 580’de (1184) gören İbn Cübeyr de büyük ve müstahkem bir şehir olduğunu, bir kalesinin ve mescidler, hamamlar, hanlar ve çarşılarıyla ünlü geniş bir varoşunun bulunduğunu, tezyinat ve nakışlarıyla meşhur Dicle kıyısındaki Mücâhidüddin Camii’nden daha büyük ve güzel bir cami görmediğini, şehirdeki bîmâristan ve kapalı çarşının da Mücâhidüddin Camii gibi yine Mücâhidüddin Kaymaz tarafından yaptırıldığını, camilerden birinin Emevîler devrinden kaldığını, ayrıca şehirde en az altı medreseye rastladığını yazar (er-Riḥle, s. 181-183). İbn Battûta benzer bilgiler verdikten sonra ayrıca halkının güzel ahlâklı insanlar olduğunu kaydeder (er-Riḥle, s. 235-236).
Musul’daki camilerin en önemlileri Câmiu’l-Ümevî (Câmiu’l-atîk), Câmiu’n-Nûrî, Câmiu’l-Mücâhidî, Mescidü’l-Hallâl, Mescid-i İbrâhim el-Cerrâhî, Mescidü’r-Rahmânî, Mescid-i Emînüddin Yâkūt, Mescid-i Mansûr el-Hallâc, Mescidü’t-Türkmânî’dir. Musul medreselerinde taş ve mermer işçiliğiyle malzemeye uygun geometrik motifli tezyinata ağırlık verilmiştir. VII. (XIII.) yüzyılın ikinci yarısında mevcut olduğu bilinen yirmi sekiz medrese, on sekiz dârülhadis ve yirmi yedi ribâtın bazıları şunlardır: Nizâmiye Medresesi, el-Medresetü’l-Atabekiyye, Atîka, el-Medresetü’l-Kemâliyye, el-Medresetü’z-Zeyniyye, el-Medresetü’l-İzziyye, el-Medresetü’n-Nûriyye, Medresetü’l-câmii’n-Nûrî, el-Medresetü’l-Yûsufiyye, el-Medresetü’l-Kāhiriyye, el-Medresetü’l-Mücâhidiyye, el-Medresetü’l-Alâiyye, Dârü’l-hadîsi’l-Muzafferiyye, Dârü’l-hadîsi’l-Muhâciriyye, el-Medresetü’l-Muhâciriyye, Ribât-ı Seyfeddin Gāzî, Ribât-ı İbn Şehrezûrî, Ribât-ı Mücâhidî. Şehirdeki çok sayıda türbe arasında Hz. Yûnus, Nebî Circîs, İmam Yahyâ b. Kāsım ve Ali el-Hâdî türbeleri sayılabilir (Saîd ed-Dîvecî, Târîḫu’l-Mevṣıl, s. 359-362).
İslâm tarihinde ilk dârülilim Ebü’l-Kāsım Ca‘fer b. Muhammed b. Hamdân el-Mevsılî (ö. 323/935) tarafından Musul’da kurulmuştur (a.g.e., s. 192). Ortaçağ’da Musul’da Kur’an ilimlerinden tıp, matematik ve astronomiye kadar değişik ilim ve sanat dallarında temayüz eden ve Mevsılî nisbesiyle anılan birçok âlim ve sanatkâr yetişmiştir. Bunlardan bazıları şöylece sıralanabilir: Muhaddis Abdülazîz b. Hayyân b. Câbir, hadis âlimi Ebû Ya‘lâ el-Mevsılî, fakih Abdullah b. Mahmûd, fakih Abdürrahîm b. Muhammed, muhaddis Ömer b. Bedr, tarihçi Yezîd b. Muhammed el-Ezdî, Abbâsîler döneminin en tanınmış mûsikişinas ve mugannîlerinden İbrâhim el-Mevsılî ile oğlu İshak el-Mevsılî, muhaddis Ebû Bekir Sevâb b. Yezîd ve Muâfâ b. İmrân, ilk devir sûfîlerinden Abdullah b. Hubeyk ile Feth el-Mevsılî el-Kebîr ve es-Sagīr, matematikçi ve astrolog Ali b. Ahmed el-İmrânî, göz hekimi Ammâr b. Ali, dil ve edebiyat âlimi İbn Cinnî, İbn Dânyâl, İbn Ebû Asrûn, kıraat âlimi Muhammed Şu‘le el-Mevsılî.
BİBLİYOGRAFYA
Belâzürî, Fütûḥ (Rıdvân), s. 327-328.
İbnü’l-Fakîh, Muḫtaṣaru Kitâbi’l-Büldân, Beyrut 1408/1988, s. 29, 108, 113, 123-128, 133.
Aḫbârü’d-devleti’l-ʿAbbâsiyye (nşr. Abdülazîz ed-Dûrî – Abdülcebbâr el-Muttalibî), Beyrut 1971, s. 234, 236, 310, 319, 355-362, 395.
Yezîd b. Muhammed el-Ezdî, Târîḫu’l-Mevṣıl (nşr. Ali Habîbe), Kahire 1387/1967, s. 60-67, 145, 155.
İbn Havkal, Kitâbü Ṣûreti’l-arż (nşr. J. H. Kramers), Leiden 1967, s. 214-220.
Makdisî, Aḥsenü’t-teḳāsîm, s. 138-139.
Sem‘ânî, el-Ensâb (Bârûdî), V, 407-408.
İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam, VII, 147; IX, 217; X, 170.
İbn Cübeyr, er-Riḥle (nşr. Abdülhamîd Ahmed Hanefî), Mısır, ts., s. 181-184.
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân (Cündî), II, 262; V, 258-260.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, bk. İndeks.
a.mlf., et-Târîḫu’l-bâhir fi’d-devleti’l-Atâbekiyye bi’l-Mevṣıl (nşr. Abdülkādir Ahmed Tuleymât), Kahire 1382/1963, bk. İndeks.
İbn Battûta, er-Riḥle, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 235-236.
İbn Kesîr, el-Bidâye, bk. İndeks.
Ahmed b. Hayyât el-Mevsılî, Tercemetü’l-evliyâʾ fi’l-Mevṣıli’l-ḥadbâʾ (nşr. Saîd ed-Dîvecî), Musul 1385/1966.
G. le Strange, The Lands of the Eastern Caliphate, Cambridge 1930, bk. İndeks.
Saîd ed-Dîvecî, Cevâmiʿu’l-Mevṣıl fî muḫtelifi’l-ʿuṣûr, Bağdad 1963.
a.mlf., Târîḫu’l-Mevṣıl, Musul 1402/1982.
Hüseyin Emîn, Târîḫu’l-ʿIrâḳ fi’l-ʿahdi’s-Selcûḳī, Bağdad 1385/1965, s. 58-67, 100-102, 108-109, 255-256.
N. Elisséeff, Nūr ad-Dīn, Damas 1967, I-III, bk. İndeks.
Muhammed Hüseyin ez-Zebîdî, el-ʿIrâḳ fi’l-ʿaṣri’l-Büveyhî, Kahire 1969, s. 42-44, 71-72, 81-83, 118-119, 130-137, 139, 142, 145, 168, 215, 236.
Abd M. Sevâdî er-Rüveyşidî, ʿİmâretü’l-Mevṣıl fî ʿahdi Bedriddîn Lüʾlüʾ, Bağdad 1971, s. 4-8, 17-18, 24-29, 31-57, 65, 214, 242, 252-281.
Zambaur, Manuel, s. 35-38.
Hâşi‘ el-Muâzîdî, Devletü Benî ʿUḳayl fi’l-Mevṣıl, Bağdad 1975, s. 23, 48-51, 60-66, 67-78, 105, 149-180, 192, 201, 204, 317-494.
Coşkun Alptekin, The Reign of Zangi, Erzurum 1978, bk. İndeks.
Abdülmevcûd Ahmed es-Selmân, el-Mevṣıl fi’l-ʿahdeyni’r-Râşidî ve’l-Ümevî, Musul 1985, s. 264.
Chase F. Robinson, Empire and Elites after the Muslim Conquest: The Transformation of Northern Mesopotamia, Cambridge 2000, s. 63-89.
E. Honigmann, “Musul”, İA, VIII, 738-741.
a.mlf. – [C. E. Bosworth], “al-Mawṣil”, EI2 (İng.), VI, 899-901.
Dictionary of the Middle Ages (ed. J. R. Strayer), New York 1989, VIII, 500-501.
https://islamansiklopedisi.org.tr/musul--irak#2-osmanlilar-donemi
Osmanlılar Dönemi. Musul’un Osmanlı idaresine girişi, Yavuz Sultan Selim’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesini ele geçirdiği yıllara rastlar. Özellikle 923’te (1517) Mardin’in alınmasından sonra Musul’un da içinde bulunduğu pek çok yerde hâkimiyet kurulmuştur. Musul bu sırada Safevî beylerinden Ahmed Bey Afşar’ın elindeydi. Diyarbekir beylerbeyi Bıyıklı Mehmed Paşa, Cizre hâkimi Bedir Bey’in de desteğiyle 923 Rebîülevvelinde (Nisan 1517) Musul’u Ahmed Bey Afşar’ın elinden alarak Osmanlı topraklarına kattı (Hoca Sâdeddin, I, 321). Kanûnî Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi sırasında stratejik açıdan önemi artan Musul’da bu dönemde kuvvetli bir askerî istihkâm bulunuyordu. Şehir bundan sonra bilhassa XVII. yüzyılın ilk yarısından itibaren Osmanlı-İran mücadelesine sahne oldu.
Bağdat ümerâsından Bekir Subaşı’nın 1033’te (1623-24) isyan ederek Bağdat’ı ele geçirmesiyle başlayan olaylardan Musul da etkilendi. Safevî Hükümdarı Şah Abbas, bu vesileyle Bağdat’a gelip burayı zaptettikten sonra kumandanlarından Karçakay Han’ı kuvvetleriyle Musul ve Kerkük üzerine gönderdi. Musul Valisi Çerkez Ahmed Paşa birkaç gün şehri savunduysa da başarılı olamadı. Kerkük gibi Musul da İran hâkimiyetine geçti, valiliğine de Kāsım Han tayin edildi. Ancak bu hâkimiyet uzun sürmedi. Diyarbekir’den Bağdat üzerine yürüyen Hâfız Ahmed Paşa’nın ordusundaki 500 kişilik öncü kuvvete kumanda eden Sipahi Küçük Ahmed, Musul önünde görününce Kāsım Han şehri terkedip Bağdat’a çekildi. Fakat Şah Abbas’ın karşı harekâtıyla şehir tekrar Safevîler’in eline geçti (1033/1624). Safevîler bu defa da Musul’u uzun süre hâkimiyetleri altında tutamadı. IV. Murad, 1035’te (1625) Vezîriâzam ve Serdârıekrem Hâfız Ahmed Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerini Bağdat’a sevketti. Ordu Diyarbekir civarında iken 10.000 İran taraftarının Altınköprü mevkiinde toplandığı haberi gelince Karaman Beylerbeyi Çerkez Hasan kumandasında 4000 kişilik öncü kuvvet bunları Kerkük’e kadar kovalayarak Kerkük de dahil bölgeyi kontrol altına aldı.
1039’da (1629) Bağdat üzerine gönderilen Sadrazam Boşnak Hüsrev Paşa, Musul’a gelerek şiddetli yağışlar yüzünden uzun süre burada kaldı ve bu sırada Musul Kalesi’ni takviye etti. Bağdat kuşatması için getirilen topları ve diğer malzemeyi buraya yerleştirdi. Başarısız Bağdat kuşatmasının ardından Hüsrev Paşa, emrindeki kuvvetlerle 7 Cemâziyelevvel 1040’ta (12 Aralık 1630) Musul’a döndü, 18 Cemâziyelâhir’e kadar (22 Ocak 1631) şehirde kaldı. IV. Murad, bizzat ordunun başında çıktığı Bağdat seferi sırasında 28 Cemâziyelâhir 1048’de (6 Kasım 1638) Musul’a ulaştı. Burada bir hafta kadar kaldı, topların bir kısmını ve cephaneyi nehir yoluyla Bağdat’a sevkettirdi. Bağdat’ı zaptettikten sonra dönüşte yine Musul’a uğradı (Ramazan 1048 / Ocak 1639).
Musul XVIII. yüzyılın ilk yarısına kadar nisbeten sakin bir dönem geçirdi. Ancak bu dönemde başlayan Osmanlı-Safevî mücadelesi Musul’u da etkiledi. Şah II. Tahmasb veziri Nergis Han’ı Musul üzerine gönderdi. Fakat şiddetli direniş karşısında Safevîler geri çekildi (1145/1733). Şâban 1156’da (Ekim 1743) Nâdir Şah ansızın Irak topraklarına saldırdı. Kerkük ve Erbil’i işgal edip Musul müftüsüne mektup göndererek şehrin kan dökülmeden teslimini istedi. İsteği yerine getirilmeyince şehrin etrafında on iki tabya ile birtakım metrisler yaptırdı. Karargâhını şehrin önüne nakledip 390 toptan oluşan on dört batarya ile şehri ve kaleyi top ateşine tuttu. Nâdir Şah’ın on iki hücumundan en şiddetlisi 15 Şâban’da (4 Ekim 1743) oldu. Buna rağmen çetin bir direnişle karşılaşınca ertesi gün kuşatmayı kaldırdı. Musul’a yönelik son İran saldırısı 1191’de (1777) gerçekleşti. Kerim Han Zend’in kumandanlarından Sine hâkimi Hüsrev Han Musul civarına geldiyse de Musul Valisi Hasan Paşa tarafından bozguna uğratıldı. Bu olayın ardından Musul bölgesinde başka bir çarpışmaya rastlanmaz. Öte yandan Musul’da halk ile idareciler arasında bazı ciddi problemler ortaya çıkmış ve 1771, 1785, 1809, 1828 yıllarındaki isyan hareketleri şehri sarsmıştır.
I. Dünya Savaşı öncesi Musul bölgesi özellikle petrolleri dolayısıyla İngiltere, Fransa, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri arasında rekabet konusu oldu. Savaşın sonlarına doğru 11 Mart 1917’de Bağdat İngilizler tarafından işgal edildi. 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandığında Musul Türkler’in elindeydi. İngilizler, ateşkes antlaşmasına ve devletler hukuku kurallarına aykırı olarak 8 (veya 10) Kasım 1918’de Musul’a girdi. 15 Kasım’da buradaki Türk kuvvetleri geri çekilmek zorunda kaldı. Lozan barış görüşmelerinde Musul konusu üzerinde anlaşma sağlanamadı. Türkiye ile İngiltere arasında yapılan ikili görüşmelerde de bir sonuç alınamayınca konu Milletler Cemiyeti’ne intikal etti. 5 Haziran 1926’da Türkiye ile İngiltere arasında imzalanan antlaşma ile bugünkü Türkiye-Irak sınırı çizildi ve Musul Irak sınırları içinde kaldı.
Fizikî Yapı ve Nüfus. Musul’un ilk nüvesini, Dicle nehrinin kıyısında milâttan önce 1080’lerde inşa edilen Aburi Kalesi oluşturur. Yerleşme bu kale etrafında gelişmiştir. Aburi Kalesi’nin dışında Musul’da daha sonraları iki kale daha inşa edilmiştir. Bunlardan biri, şehrin kuzeyinde Dicle nehrine hâkim Aynikibrit denilen yüksek bir yerde kurulan Baştabya Kalesi’dir. Yapılış tarihi tesbit edilemeyen kalenin burçları 1034 ve 1039 (1625 ve 1630) yıllarında yenilenmiş ve tahkim edilmiştir. Safevîler 1156’da (1743) Musul’u kuşatınca Musul Valisi Hüseyin Celil Paşa bu kaleyi kumandanlık merkezi yapmıştır. Kale 1830’da Ahmed Celil Paşa tarafından yeniden onarılmıştır. Musul’da bulunan diğer kale 1034’te (1625) inşa edilen iç kaledir. Bu kaleler, sürekli İran tehdidine açık olan Musul’da önemli bir savunma görevi yaptığı gibi Bağdat ve çevresinin fethi veya savunması için gönderilen silâh, araç gereç ve diğer mühimmatın muhafazasını sağlıyordu. Ayrıca Musul’un etrafını çevreleyen yüksek ve sağlam surlar bulunmaktaydı; bunların uzunluğu 10.000 m. civarındaydı. Surların etrafında geniş hendekler vardı. Taarruz esnasında Dicle nehrinin suları bu hendeklere akıtılarak savunma yapılmaktaydı. Surlarda on iki kapı vardı. Zamanla tahribata uğrayan surlar değişik tarihlerde onarım görmüştür.
Osmanlı idaresi altına girdikten sonra Musul fizikî açıdan ve nüfus bakımından nisbî bir gelişme gösterdi. 929 (1523) tarihli kayıtlarda Musul’un yirmi mahalleden ibaret olduğu, bunun on yedisinde müslümanların, üçünde gayri müslimlerin (Ermeni ve yahudi) oturduğu dikkati çeker. 946’da (1539-40) mahalle sayısı yirmi yediye yükseldi. 965 (1558) ve 983 (1575) tarihli defterlere göre yirmi beş mahalle vardı. Son iki tarihte daha önceki mahallelerden dördü iki mahalle haline getirilmişti. 1890 ve 1910 yıllarında mahalle sayısı otuz civarındadır. Mahallelerin üçünde hıristiyanlar (Ya‘kūbî, Keldânî vb.), birinde yahudiler ikamet ediyordu (Dergâh, Kal‘a, Kerkükî, Yahuda). Gayri müslimlerin toplu olarak bulunduğu bu mahallelerde yoğun bir nüfus görülürken daha dağınık yapı gösteren müslüman mahalleleri içerisinde en kalabalık olanını Bâbülırâk oluşturuyordu (nüfusun % 20’si). Burada on dört cami-mescid ve bir türbe vardı. XVIII. yüzyılda şehrin nüfusu Meydan semtine kaydı. Bunun sebebi yanı başındaki pazar bölgesinin ekonomik faaliyetiydi. Bu alanda yeni yapılar ortaya çıktı.
Bu mahallelerde 929’da (1523) 1328 hâne ve 129 mücerred (bekâr) müslüman, 552 hâne ve 65 mücerred gayri müslim mevcuttu. Bu da şehrin 10.000 dolayında bir nüfusa sahip olduğunu gösterir. 946’da (1539-40) bu sayının en fazla 12.000 civarına eriştiği (müslüman hânesi 1476, mücerred 276, gayri müslim hânesi 780) tahmin edilebilir. 965-983 (1558-1575) yıllarında nüfusun daha da kalabalıklaştığı anlaşılmaktadır. Bu yıllarda şehir nüfusunun 15.000’i aştığı dikkati çeker (965/1558’de 797’si gayri müslim toplam 2583 hâne; 983/1575’te 963’ü gayri müslim 2881 hâne). Nüfus artış seyri (1540’tan 1575’e % 30) Musul’un ekonomik ve fizikî kapasitesindeki gelişmenin işareti olmalıdır. Ancak bunun dışarıdan kaynaklanan bir göçe dayandığı da düşünülebilir.
Nüfus artışı bazı ekonomik sektörlerdeki canlanmayla da kendini gösterir. Bez boyamacılığından toplanan vergi 1540’ta 39.600 akçe iken 1575’te 80.000 akçeye çıkmıştır. Ticarette de buna paralel bir gelişme olduğu açıktır. XVII. yüzyıldaki savaşlar muhtemelen nüfusta azalmaya yol açmıştır. Ancak bu dönemde şehir askerî bir üs özelliği kazanmıştır. Nitekim XVI. yüzyılda burada altmış dokuz muhafız görev yaparken 1631’de 3000 civarında asker bulunuyordu. Savaşlardan sonra bu sayı 340’a düşmüştür. XVII. yüzyılın ikinci yarısında Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiler şehrin durumunu tam olarak açıklığa kavuşturmaz. Evliya Çelebi, Hüsrev Paşa’nın Musul Kalesi’ni yeni baştan tamir ettirdiğini, daha sonra buranın tekrar Safevîler’in eline geçtiğini ve IV. Murad’ın Bağdat seferi sırasında geri alındığını yazdıktan sonra Musul Kalesi’ni tasvir ederek içinde 1700 asker bulunduğunu belirtir ve birkaç cami ile mescidden söz eder, ancak mahalle sayısı ve nüfus hakkında bilgi vermez (Seyahatnâme, V, 346-353).
XVII ve XVIII. yüzyıllarda Musul’un nüfusunda artış oldu. 1720’li yıllardan itibaren savaş dolayısıyla askerî gruplar şehre geldi. 1740’larda burada 10.000 asker vardı. Bu dönemlerde Musul’da yerli eşraf güçlendi. 1809’da seyyah Oliver şehrin 64.000’e ulaşan nüfusundan söz ederse de bu rakamın mübalağalı olduğu açıktır. Mehmed Hurşid Paşa, Seyâhatnâme-i Hudûd’unda 1848-1849 yıllarında Musul’da toplam 28.586 erkek nüfusun bulunduğunu yazar. Kadınlarla birlikte bütün nüfus 55.000 dolayındadır. 1881-1883 genel nüfus sayımına göre şehirde 27.881 müslüman, bir Rum, kırk beş Ermeni, 2809 Katolik, 692 yahudi ve yetmiş dört Protestan olmak üzere toplam 31.502 erkek nüfus vardır. 1890 tarihli Musul Vilâyeti Salnâmesi’nde şehrin nüfusu 60.000 diye verilir ve bunun 5000’inin hıristiyan, 1000 kadarının yahudi, geri kalanların da müslüman olduğu kaydedilir. Şemseddin Sâmi, Kāmûsü’l-a‘lâm’da Musul şehrinin nüfusunu 61.000 olarak gösterir. 1906-1907 sayımına göre şehirde 43.775 müslüman, bir Rum, bir Ermeni, 3882 Katolik, yetmiş dört Protestan, 719 Keldânî, 1024 Ya‘kūbî, 2071 yahudi, 2830 Yezîdî olmak üzere toplam 54.421 kişi bulunmaktadır.
Savaşlar dışında tabii âfetler ve salgın hastalıklar Musul’un nüfusunu olumsuz etkiledi. 980’de (1572) şehirde meydana gelen şiddetli deprem birçok binanın yıkılmasına yol açtı. Rebîülevvel 1077’deki (Eylül 1666) deprem ise şehir merkezinin yanı sıra birçok köyde büyük hasara sebep oldu. 1123’te (1711) ekili alanlar çekirge istilâsına uğradı ve kıtlık yaşandı. Bundan dolayı halkın bir kısmı burayı terketti. 1186’da (1772) Musul ve çevresinde veba salgını çıktı, şehir önemli sayılabilecek nüfus kaybına uğradı. Bâbülcedîd mevkiinde sadece bir günde 120 kişinin öldüğü kaynaklarda belirtilir. 1879’da Bağdat ve Musul vilâyetlerinde erzak kıtlığı oldu. 1898’de Musul’da tekrar kıtlık görüldü.
İslâm hâkimiyetinin ilk dönemlerinden itibaren ticarî faaliyetler bakımından gelişme kaydeden, Emevî ve Abbâsî devirlerinde önemli bir ticaret merkezi sayılan Musul kervanların konaklama merkezi durumundaydı. Burada toplanan kervanlar doğuda İran ve Hindistan’a, kuzeyde Anadolu, Ermenistan ve Azerbaycan’a, batıda Suriye ve Mısır’a kadar uzanıyordu. Musul’un bu ticarî önemi Osmanlılar döneminde de sürdü. Basra-Bağdat istikametinde süregelen kervan yolunun bir kolu Musul-Mardin-Diyarbekir üzerinden Trabzon’a, diğer bir kolu da Musul-Mardin-Urfa üzerinden Halep’e kadar varıyordu.
XVI. yüzyılda şehirde bulunan on altı kapalı çarşı, otuz üç han, 250 civarında dükkân, bir kervansaray, bir darphâne, bir boyahane, bir macunhâne ve bir debbağhâne sanayi ve ticarî faaliyetlerin boyutuna işaret eder. Pamuk ticareti Musul ekonomisinde önemli bir yere sahipti. Ticaretteki büyüme XVI. yüzyıldaki gümrük vergi rakamlarından da anlaşılır. 1540’larda 330.000 akçe olan bu rakam 1570’lerde 650.000’e çıkmıştı. XVII. yüzyılda bez boyamada kullanılan mazı ticareti öne çıktı. Avrupalı tüccarlar mazının başlıca alıcıları arasında yer alıyordu. 1766’da Musul-Mardin-Urfa-Halep kervan yolundan geçen seyyah Carsten Niebuhr kervanda meşe mazısı, çeşitli Hint ve İran kumaşları ve kahve taşıyan 1465 deve, 500-600 kadar yüklü at, katır ve merkep, 150 muhafız ve 400 yolcu bulunduğunu anlatır. Bu da kervan yolunun XVIII. yüzyılda da canlılığını sürdürdüğünü gösterir.
Şehir halkının ihtiyacı olan mal ve eşya ya şehirde imal ediliyor ya da çevreden sağlanıyordu. XVI. yüzyılda çeşitli iş kollarından oluşan otuz beş esnaf grubu mevcuttu. Bu sayı XIX. yüzyılın ikinci yarısında kırk ikiye yükselmiştir. Musul’da yerli sanayi, özellikle dokuma sanayii pek ileri bir seviyede idi. Çok ince bir dokuma ile imal edilen kumaş şehrin isminden dolayı “muslin” adıyla meşhur olmuştur. Ancak XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren artan Avrupa malları önünde rekabet gücünü kaybetmiş ve dokuma sanayiinde büyük gerileme olmuştur. Bununla birlikte Musul’da XIX. yüzyılın sonlarında pamuklu bez, çarşaf, oda döşemesi, hamam takımı, havlu, kuşak, kilim, seccade, aba, çul ve tiftikle deve tüyünden bazı dokumaların imalinin devam ettiği görülmektedir.
XX. yüzyıl başlarında Musul bölgesinde dış ticaret genellikle Avrupa ülkeleri, Hindistan ve İran’la yapılmaktaydı. Hindistan’a Arap atı; Avrupa’ya tatlı palamut, mazı, deri, yapağı, tiftik, pamuk; Halep ve Şam’a koyun ve deve; Trabzon’a peçe, çarşaf; Diyarbekir ve Mardin’e yün ve ipek; Bağdat’a buğday, arpa, inşaat tahtası ve mazı ihraç ediliyordu. Buna karşılık Halep ve Şam’dan sabun; Trabzon’dan kumaş; Diyarbekir ve Mardin’den tahta ve mazı; Süleymaniye ve Kerkük’ten koyun, yün, deri; Bağdat’tan hurma, şeker ve iplik alınıyordu. Böylece Musul geniş ticaret ağının bir parçası durumuna gelmişti. Bu özelliğini Osmanlı idaresinin sonuna kadar sürdürdü.
Musul’da pek çok dinî ve sosyal yapı mevcuttu. 929-983 (1523-1575) döneminde şehirde üç cami ve kırk yedi mescid vardı. 1890 yılında ise 129 cami ve mescidin olduğu tesbit edilmiştir. XVI. yüzyılda ulucami (Câmiu’n-Nûrî), Câmiu’l-Ümevî (1839’da yerine yenisi inşa edilmiş ve Musaffî/Musaffâ adını almıştır) ve Câmiu’l-Mücâhidî’ye önemli vakıf gelirleri ayrılmıştır. Bunlardan ulucami 55 m. yüksekliğinde silindir gövdeli minaresiyle meşhurdur. Ayrıca Dicle’nin doğu yakasında şehrin karşısında Nebî Yûnus Camii, Yenicami ile (Nûrî Camii) Bâbülcisr arasındaki Nebî Circîs Camii de önemlidir. Bunlar Osmanlı döneminde birkaç defa onarılmıştır.
Musul’da 1523-1575 devrinde iki medrese, dört hamam kaydı mevcuttur. 1890 yılında medrese sayısının on ikiye, hamam sayısının otuz ikiye yükseldiği görülür. Aynı tarihte Musul’da yirmi üç han, 2677 dükkân ve mağaza, kırk beş kahvehane, on beş lokanta, otuz kırk boyahane, bir mekteb-i rüşdiyye, bir Keldânî, bir Süryânî ve bir Mûsevî okulu, yirmi fırın, 135 değirmen, üç matbaa, yetmiş iki ambar, on sekiz mektep, on üç kilise ve manastır, üç kışla, dokuz karakolhâne, bir patrikhâne, bir hükümet konağı, bir telgrafhane ve bir hastahane mevcuttu. Ayrıca şehrin içinde ve dışında Hz. Şît, Yûnus, Circîs ve Dânyâl gibi bazı peygamberlerin makamları ile elli dolayında sâdâtın türbesi bulunur.
İdarî Teşkilât. Musul, Osmanlı hâkimiyetine alındıktan sonra 923-994 (1517-1586) yıllarında sancak statüsüyle idare edildi. 923-940 (1517-1534) arasında Diyarbekir eyaletine, 1534’te Luristan’a, ardından Bağdat’a, bir ara (1563-1566 ile 1571-1573) Şehrizor eyaletine bağlı idi. Musul sancağının 929’da (1523) Musul ve Ayn-Safna adlı iki nahiyesi ve bu nahiyelere bağlı 108 köyü mevcuttu. 1540-1586 yılları arasında Musul sancağı Musul, Ayn-Safna, Deyr-Maklûb ve Acuz nahiyelerinden oluşur. Köy sayısı 1540’ta 133, 1558’de 146 ve 1575’te 132’dir. Şehir 1586’da eyalete dönüştürülmüş ve beylerbeyiliğine Melek Ahmed Paşa getirilmiştir. 995 (1587) yılında Musul eyaleti sekiz sancaktan oluşmaktaydı. Bunlar Musul (Paşa sancağı), Erbil, Nusaybin, Sincar, Bâcvân, Ağca Kal‘a (Akçakale), Zaho ve eski Musul’dur. 1018’de (1609) sancaklar Musul, Bâcvânlı, Tikrit, eski Musul, Horun (Hârun) ve Bâne’dir. Kâtib Çelebi, Musul eyaletinin Musul, Bâcvânlı, Tikrit, Hârubâne ve Kara Dasni sancaklarından oluştuğunu belirtir. 1063’te (1653) eyalet Kerkük, Tikrit, Bâcvânlık (Bâcvânlu), Huden (Hârun) ve Bâne sancaklarından müteşekkildi. Musul eyaleti 1701-1702’de Musul, Hârun, Tikrit, Zaho ve Deyr sancaklarından ibaretti. 1717-1730 yıllarında Tikrit ve Maklûb sancakları buraya bağlıydı.
1138 (1726) yılından itibaren Musul’un idaresi yerli ailelerden ve eşraftan Abdülcelil ailesine mensup valilere verilmeye başlandı ve ilk olarak Abdülcelilzâde İsmâil Paşa vali tayin edildi. Celîlî ailesi Musul’da önemli gelir kaynaklarını kontrol ediyordu. Bunlar, XVIII. yüzyıl boyunca Musul’da ve Musul’un kırsal kesiminde sahip oldukları mukātaaları yaygınlaştırdılar. Ailenin nüfuzuna karşı şehirde bazı tepkiler ortaya çıktı. 1165-1185 (1752-1771) yıllarında aile üyeleri arasındaki anlaşmazlık Meydan ve Bâbülırak semti halkını karşı karşıya getirdi. İç çatışmanın son dönemi Celilzâde Yahyâ Paşa’ya karşı isyanla başladı. 1826-1834 arası karışıklıklarla geçti. Bu durum, 1834’te Mehmed Bayrakdar Paşa tarafından Celîlî ailesine son verilmesiyle nihayete erdi. Musul Valisi Mehmed Bayrakdar Paşa ile Bağdat Valisi Ali Rızâ Paşa’nın iş birliği neticesinde Musul vilâyetindeki bazı Kürt emirlikleri ortadan kaldırıldı. 1834’te Revândiz’deki Soran, 1839’da İmâdiye’deki Behdiyan hâkimliklerine son verildi. 1842’de Bağdat valisi olan Mehmed Necib Paşa ile 1845’te Musul valisi olan Hâfız Ahmed Paşa’nın iş birliğiyle 1850 yılında Süleymâniye’deki Baban Emirliği ortadan kaldırıldı ve merkezîleşme tam anlamıyla sağlanmış oldu.
Tanzimat dönemi yenilikleri Musul’da 1847’den itibaren uygulanmaya başlandı. Musul eyaleti 1851’de sancak statüsünde Bağdat’a bağlandı. 1878 yılından itibaren Şehrizor’u da içine alan bir vilâyete dönüştürüldü ve Osmanlı Devleti’nin elinden çıktığı 1918’e kadar bu konumda kaldı. 1892-1910 yılları arasında Musul vilâyeti Musul, Kerkük ve Süleymâniye sancaklarından oluşmaktaydı. Musul sancağının kazaları Akra, Zibar, Dıhok, Zaho, Sincar ve İmâdiye’dir. Kerkük sancağı Revândiz, Erbil, Köysancak, Salâhiye ve Râniye kazalarından meydana gelmektedir. Süleymâniye sancağının kazaları ise Gülanber, Bazyan, Merge, Şehribâzâr ve Ma‘mûretülhamîd’dir. Günümüzde Bağdat ve Basra’dan sonra Irak’ın üçüncü büyük şehri olan Musul’da 1999 yılında 650.000 nüfus bulunuyordu. Hayvan ve tarım ürünleri ticaretinin canlı bir pazarı durumundaki şehir önemli bir dokumacılık, deri ve gıda sanayii merkezi ve Irak’ı oluşturan on sekiz idarî birimden biri olan Ninevâ muhafazasının merkezidir.
BİBLİYOGRAFYA
BA, TD, nr. 195, s. 12-147; nr. 308, s. 16-192; nr. 660, s. 20-279; nr. 998, s. 60, 72-90.
BA, KK, nr. 229, s. 67; nr. 262, s. 131, 247-248, 265; nr. 266, s. 107-108.
BA, MAD, nr. 29, s. 282; nr. 563, s. 104-105; nr. 18011, s. 34.
BA, MD, nr. 5, hk. 1083, 1452; nr. 10, s. 325; nr. 14, s. 950; nr. 60, s. 283, 286; nr. 61, s. 68-69; nr. 64, s. 107.
TK, TD, nr. 282, s. 19-55.
Musul Vilâyeti Salnâmesi (1308), tür.yer.
Musul-Kerkük ile İlgili Arşiv Belgeleri (1525-1919), Ankara 1993.
Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, I, 321.
Ayn Ali, Kavânîn-i Âl-i Osmân, s. 32.
Kâtib Çelebi, Cihannümâ, s. 433.
Evliya Çelebi, Seyahatnâme (Dağlı), V, 346-353.
J.-B. Tavernier, Les six voyages en Turquie, en Perse et aux indes, Paris 1677, II, 192.
Naîmâ, Târih, II, 851-852.
C. Niebuhr, Voyage en Arabie, Amsterdam 1780, s. 291, 374.
G. A. Oliver, Voyage dans l’empire ottoman, l’Egypte et la Perse, Paris 1801, IV, 276.
J. S. Buckingham, Travels in Mesopotamia, London 1827, II, 36-39.
Helmuth von Moltke, Türkiye Mektupları (trc. Hayrullah Örs), İstanbul 1969, s. 171.
Mehmed Hurşid Paşa, Seyâhatnâme-i Hudûd (haz. Alâattin Eser), İstanbul 1997, s. 219-230.
F. Sarre – E. Herzfeld, Archäologische Reise im Euphrat- und Tigris-Gebiet, Berlin 1919, I, 204, 227, 235, 289-303.
İmâd Abdüsselâm Raûf, el-Mevṣıl fi’l-ʿahdi’l-ʿOs̱mânî, Necef 1395/1975.
Abdüsselâm Uluçam, Irak’taki Türk Mimari Eserleri, Ankara 1989, s. 46, 51, 59, 85, 88, 132, 134, 137, 144, 171, 175.
Orhan Kılıç, 18. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devletinin İdari Taksimatı-Eyalet ve Sancak Tevcihatı, Elazığ 1997, s. 73.
Fehameddin Başar, Osmanlı Eyâlet Tevcihâtı (1717-1730), Ankara 1997, s. 23-24, 140-141.
Sinan Marufoğlu, Osmanlı Döneminde Kuzey Irak (1831-1914), İstanbul 1998, s. 37-39, 211, 218-219.
Nilüfer Bayatlı, XVI. Yüzyılda Musul Eyaleti, Ankara 1999.
Ahmet Gündüz, Osmanlı İdaresinde Musul (1523-1639), Elazığ 2003.
Dina Rizk Khoury, Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Taşra Toplumu: Musul 1540-1834 (trc. Ülkün Tansel), İstanbul 2003.
Saîd ed-Dîvecî, “Sûru’l-Mevṣıl”, Sumer, III, Bağdad 1947, s. 118.
a.mlf., “Câmiʿu’n-Nûr fi’l-Mevṣıl”, a.e., V (1949), s. 276.
a.mlf., “Ḫıṭatü’l-Mevṣıl fi’l-ʿahdi’l-Ümevî”, a.e., VII (1951), s. 223.
a.mlf., “Ṣınâʿiyyetü’l-Mevṣıl ve ticâretühâ fi’l-ḳurûni’l-vüsṭâ”, a.e., VIII (1951), s. 88-98.
a.mlf., “Ḳalʿatü’l-Mevṣıl fî muḫtelifi’l-ʿuṣûr”, a.e., X (1959), s. 95-96.
Halil Sahillioğlu, “IV. Murad’ın Bağdad Seferi Menzilnâmesi”, TTK Belgeler, II/3-4 (1965), s. 11-24.
Alpay Bizbirlik, “XVI. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Musul Vakıfları”, VD, sy. 26 (1997), s. 61-64.
Kāmûsü’l-a‘lâm, VI, 4480-4483.
Besim Darkot, “Musul”, İA, VIII, 741-744.
https://islamansiklopedisi.org.tr/musul--irak#3-musul-meselesi
Musul Meselesi. Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı tarihte (30 Ekim 1918) Musul vilâyetinin önemli bir kısmı Osmanlı birliklerinin denetimi altındaydı. Ancak mütarekenin 7. maddesine dayanılarak İngiltere tarafından işgal edildi. Türk tarafı bu oldubittiyi reddedip Musul’u, İstanbul’daki son Meclis-i Meb‘ûsan’ın kabul ettiği ve Ankara hükümetinin Kurtuluş Savaşı’nın hedefler beyannâmesi olarak benimsediği Mîsâk-ı Millî’ye dahil etti. Mîsâk-ı Millî’nin 1. maddesine göre, Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada İngiliz işgali altında bulunan topraklardaki Araplar’ın kendi geleceklerini belirleme hakkı tanınırken mütareke hattının içinde ve dışında kalan diğer müslümanların ayrılmaz bir bütün olduğu vurgulanarak Anadolu ile bütünleşmesi öngörülüyordu. Sevr Antlaşması’nı tanımayan Ankara hükümeti, Mîsâk-ı Millî’de tesbit edilen sınırlar üzerinde bir barış için Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar ısrarcı oldu. Bu dönemde Ankara hükümeti, Musul’daki aşiretleri kendi tarafına çekmek suretiyle İngiltere karşısında avantaj sağlamak için askerî boyutları da olan birtakım teşebbüslerde bulundu. Fakat Musul kurtarılamadan Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın imzalanması ile meselenin halli Lozan Barış Konferansı’na kaldı.
Lozan’a giden İsmet Paşa başkanlığındaki Türkiye Büyük Millet Meclisi heyetine verilen tâlimata göre Süleymaniye, Musul ve Kerkük livâları (Musul vilâyeti) istenecek, İngilizler’i ikna etmek için gerekirse petrolden hisse önerilecekti. Türk heyeti Lozan’da Musul vilâyetinin etnik, hukukî, tarihî, iktisadî, coğrafî, siyasî, askerî ve stratejik sebeplerle Türkiye’ye ait olduğunu savundu. Nüfusun çoğunluğunu oluşturan ve yüzyıllardır bir arada yaşayan bölge halkının Türkiye’ye bağlı kalmak isteğini belirterek bölgede bir halk oylaması yapılmasını teklif etti. Musul’un Irak’ın sınırları içinde kalmasını savunan Lord Curzon’un başkanlık ettiği İngiliz tarafına göre ise vilâyet İngiliz manda rejimi altında bulunan Irak Krallığı’na ait bir toprak parçasıydı ve mesele sadece Türkiye-Irak sınırının nereden geçtiğini belirlemekten ibaret bulunuyordu. Halk oylaması teklifini de kabul etmeyen Curzon, bölge halkının sosyal ve kültürel durumu göz önüne alındığında herhangi bir oylamanın anlamsız olacağını savunuyordu.
Türk tarafı, bütün kararlılığına ve ısrarına rağmen İngiliz heyetini Musul’un Türkiye’ye bırakılması hususunda ikna edemedi. Musul meselesi üzerinde bir uzlaşma sağlanamayacağı ve bunun konferansın genel gidişini sekteye uğratacağı anlaşılınca taraflar meselenin hallinin konferans sonrasına bırakılması hususunda anlaştı. Lozan Antlaşması’nın 3. maddesinin 2. fıkrasına göre Türkiye ile Irak arasındaki sınır bu antlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak dokuz ay içinde Türkiye ile İngiltere arasında dostça bir çözüm yoluyla belirlenecekti. Öngörülen sürede iki hükümet bir anlaşmaya varamazsa mesele Milletler Cemiyeti’ne götürülecekti. Sınır çizgisi konusunda alınacak karar beklenirken Türk ve İngiliz hükümetleri, geleceği bu karara bağlı olan toprakların şimdiki durumunda herhangi bir değişiklik yapacak nitelikte bir harekette bulunmamayı taahhüt etmişti. Ardından meselenin çözümü için öngörülen süreç işlemeye başlayınca 19 Mayıs - 5 Haziran 1924 tarihlerinde İstanbul’da Haliç Konferansı (İstanbul Konferansı) toplandı. Fethi Bey (Okyar) başkanlığındaki Türk heyeti daha önce Lozan’da sunulan tezleri tekrar tartışmaya açmışken İngiliz heyetinin Musul’dan başka Nestûrîler için Hakkâri’yi de istemesi üzerine konferans dağıldı.
Bunun üzerine mesele 24 Eylül 1924 tarihinden itibaren Milletler Cemiyeti’nde görüşülmeye başlandı. İngiltere temsilcisi, problemin Musul vilâyetinin kime ait olduğuna karar vermek değil sadece Türkiye-Irak sınır hattının belirlenmesinden ibaret olduğunu iddia ederek bunun için Milletler Cemiyeti’nin bir komisyon oluşturmasını teklif etti. Fethi Bey ise meselenin Musul vilâyetinin geleceğini ilgilendirdiğini, dolayısıyla belirlenecek olan sınırın bu topraklarda yaşayan insanların isteklerine uygun olması gerektiğini söyleyerek en iyi çözümün halk oylaması olduğu konusunda ısrar etti. Sonuçta Milletler Cemiyeti, İngiltere’nin görüşü doğrultusunda tarafsız devletlerden müteşekkil üç kişilik bir komisyon kurma kararı aldı. Macar Kont Teleki, Belçikalı Albay Poulis ve İsveçli A. Wirsen’den oluşan bu komisyon Londra ve Ankara’da temaslarda bulunduktan sonra 1925 yılının Ocak ayı sonlarına doğru Musul vilâyetinde çalışmalarına başladı. Bu sırada Milletler Cemiyeti’ni ve komisyonu baskı altına alan İngiltere bölgede Türkiye aleyhine teşebbüslerde bulunmaktaydı. Komisyon hazırladığı raporu 16 Temmuz 1925’te Milletler Cemiyeti’ne sundu. Meseleyi coğrafî, etnik, tarihî, ekonomik, stratejik ve siyasî açılardan değerlendiren rapor belli bazı şartlara bağlı olarak Musul vilâyetinin Irak’a verilmesini öneriyordu.
Milletler Cemiyeti, bu rapor doğrultusunda Türk temsilcisinin protesto ederek katılmadığı 16 Aralık 1925 tarihindeki toplantısında Musul vilâyetinin Irak’a ait olması yönünde karar verdi. Bu karar Türkiye’de büyük tepkiyle karşılanmasına ve Türkiye’nin kararı tanımadığını açıklamasına rağmen dönemin siyasî şartları Türkiye’yi bunu kabul etmek mecburiyetinde bıraktı. Meseleyi nihaî çözüme kavuşturmak amacıyla 5 Haziran 1926’da Türkiye, İngiltere ve Irak arasında imzalanan Ankara Antlaşması ile (Türk-Irak Sınırı ve İyi Komşuluk Antlaşması) Milletler Cemiyeti tarafından 29 Ekim 1924’te statüko hattı olarak tesbit edilen çizginin Türkiye lehine yapılan küçük bir değişiklikle Türkiye ile Irak arasında sınır olacağı kabul edildi.
Musul meselesinin askerî ve diplomatik boyutu yanında petrolle ilgili bir yönü de vardı. 1912’de Musul ve Bağdat vilâyetlerinde petrol arama ve işletme imtiyazı almak için İngiliz ve Alman şirketlerinin ortaklığıyla Türk Petrol Şirketi kuruldu. Bu şirket, Osmanlı hükümetinden imtiyaz almak üzereyken I. Dünya Savaşı başladığından bütün çabalar sonuçsuz kaldı. Savaş sonrasında Almanya sahneden çekilince İngiltere ve Fransa 1920’de yeni bir anlaşma yaparak Türk Petrol Şirketi’ni Irak’ta petrol arama ve işletme imtiyazı elde etmek için yeniden faaliyete geçirdiler. Ancak Amerikan hükümetinin itirazı üzerine Lozan Barış Konferansı boyunca devam eden uzun pazarlıklar sonucu bu ortaklığa 1924’te Amerikan şirketleri de katıldı. Sonunda, İngiliz manda rejimi altında bulunan Irak hükümetiyle İngiliz-Amerikan-Fransız petrol çıkarlarının temsil edildiği bir konsorsiyum olan Türk Petrol Şirketi arasında 14 Mart 1925’te yetmiş beş yıl süreyle petrol imtiyaz sözleşmesi imzalandı. Bu imtiyaz, hiç şüphesiz Musul’un Irak’a bırakılması yönündeki kararı da etkileyen bir faktör oldu. Nitekim 1926’da yapılan antlaşmanın 14. maddesiyle Irak hükümetinin petrol gelirlerinin % 10’u yirmi beş yıl süreyle Türkiye’ye bırakıldı. Yapılan hesaplamaya göre Türkiye’ye bu dönemde ödenmesi gereken miktar 5.500.000 sterlindir; bunun 3.500.000 sterlini 1954 yılına kadar çeşitli aralıklarla ödendi. Geri kalan kısmın görüşmeleri devam ederken Irak’ta 1958 darbesi olunca görüşmeler kesildi. Tahsil edilemeyen bu alacak 1986 yılına kadar bütçede ayrı bir madde olarak gösterildi. O tarihten itibaren diplomatik gerekçelerle bütçeden çıkarılmasına rağmen Türkiye’nin Irak’tan petrol alacağı konusu zaman zaman kamuoyunda tartışılmaya devam etmektedir.
BİBLİYOGRAFYA
S. H. Longrigg, Oil in the Middle East: Its Discovery and Development, London 1968.
Lozan, 1922-1923, Ankara 1973, s. 30-35.
Olaylarla Türk Dış Politikası, 1919-1973, Ankara 1974, s. 75-82.
Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri, 1919-1926, Ankara 1978, s. 275-289.
Kemal Melek, İngiliz Belgeleriyle Musul Sorunu, 1890-1926, İstanbul 1983.
Mim Kemal Öke, Musul Meselesi Kronolojisi, 1918-1926, İstanbul 1987.
Lozan Barış Konferansı: Tutanaklar, Belgeler (trc. Seha L. Meray), İstanbul 1993, 2. takım, I, 343-366.
Hikmet Uluğbay, İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, Ankara 1995, s. 260-263.
Uğur Sipahioğlu, The Mosul Question and Anglo-Turkish Relations, 1922-1926 (doktora tezi, 1995), University of Cambridge.
Misak-ı Milli ve Türk Dış Politikasında Musul Kerkük ve Erbil Meselesi Sempozyumu, Ankara 1998.
Mesut Aydın, Türkiye ve Irak Hududu Meselesi, Ankara 2001.
Mustafa Budak, İdealden Gerçeğe: Misak-ı Milli’den Lozan’a Dış Politika, İstanbul 2002.
Türk Dış Politikası: 1919-1980 (haz. Baskın Oran), İstanbul 2003, I, 259-271.
Zekeriya Türkmen, Musul Meselesi: Askeri Yönden Çözüm Arayışları, 1922-1925, Ankara 2003.