https://islamansiklopedisi.org.tr/muaddil
Sözlükte “doğru hüküm vermek; doğruluk, dürüstlük” anlamındaki adl (adâlet) kökünden gelen ta‘dîl (bir kimsenin doğru, dürüst ve güvenilir olduğunu bildirmek) masdarından türetilen muaddil kelimesi, hadis terimi olarak dinî ve ilmî yönden güvenilir olup olmadığı bilinmeyen bir râvi hakkında kendisine başvurulan veya râvinin güvenilir olduğuna hükmeden âdil ve âlim kimseyi ifade eder. Hadis ilminde muaddil yerine genellikle nâḳid veya müneḳḳid kelimeleri kullanılır. İslâm hukukunda ise şahitlerin güvenilir olup olmadıklarını araştırıp tesbit etme işlemine tezkiye, bunu yapan kimseye müzekkî denir (bk. TEZKİYE).
Muaddil kavramı Hz. Peygamber dönemine kadar uzanan bir geçmişe sahip olup Hatîb el-Bağdâdî’nin verdiği bilgiye göre Da‘lec b. Ahmed, İbrâhim b. Mahled b. Ca‘fer, Ali b. Muhammed b. Abdullah, Ebû Hafs Ömer b. Ahmed b. Muhammed ve Hüseyin b. Muhammed b. Halef muaddil olarak nitelendirilen âlimlerden bazılarıdır.
Bir kimsenin az hadis rivayet etmesi veya kendisinden sadece bir kişinin rivayette bulunması gibi sebeplerle tanınmaması (mechûlü’l-ayn) ya da nasıl bir râvi olduğunun bilinmemesi (mechûlü’l-hâl, mestûr) durumunda rivayetinin kabul edilip edilmeyeceği onu tanıyan ve hakkında bilgi sahibi olan kişilerin beyanlarıyla belirleneceğinden tezkiye yapacak kimsenin âdil, güvenilir, dinî olgunluğa ve ilmî donanıma sahip bulunması gerekir. Dinî olgunluk muaddilin müslüman, akıllı, ergen, iyi niyetli ve müttaki olması; ilmî donanım ise güçlü hâfıza, zekâ, dikkat, temkin ve ciddiyet gibi nitelikleri taşıması yanında cerhta‘dîli, sebeplerini, lafızlarını ve bu konudaki lafzî, fıkhî, itikadî ve tasavvufî ihtilâfları bilmesi, insaflı ve dengeli olması demektir (Âşıkkutlu, s. 68-74).
İslâm âlimleri, rivayet ve şehâdete bakış açıları sebebiyle tezkiye için gerekli muaddil sayısında ihtilâf etmişlerdir. Bazı fıkıhçılar, rivayeti şehâdete kıyas ederek bir muhaddisin en az iki muaddil tarafından tezkiye edilmesi gerektiğini söylerken tezkiyeyi haber-i vâhid türünden bir olgu kabul eden hadisçi ve usulcülerin büyük çoğunluğu gerekli şartları taşıyan bir muaddilin tezkiyesini yeterli görmüştür.
Diğer taraftan büyük bir muhaddis grubunun bir kimseden rivayette bulunmasının o kimseyi ta‘dîl etmek anlamına geldiğini söyleyenler olduğu gibi (Şemseddin es-Sehâvî, I, 296, 300) bir râvinin hadisinin Ṣaḥîḥayn’da yer almasının ta‘dîl ifade ettiğini belirten ve bu iki eseri bir tür muaddil kabul edenler de vardır (İbn Dakīkul‘îd, s. 326-327).
Usul âlimleri, muaddilin tezkiye için kullanması gereken ifadeler hakkında farklı görüşler ileri sürmekle beraber bir râvinin âdil ve şahitliğinin makbul olduğunu açıkça belirten herhangi bir lafız veya ifade ile tezkiye etmesi yeterli sayılmıştır (Hatîb, el-Kifâye, s. 86). Ancak bir râvinin adaletine hükmetmek için -adalet yönüyle güvenilir bir râvinin zabt yönüyle kusurlu olabileceği düşüncesiyle- ayrıca rivayet ve şahitliğinin kabulüne engel bir halinin bulunmadığını gösteren “rızâ, merzî, razî” gibi bir tezkiye lafzını ekleme-yi gerekli görmüşlerdir. Muaddillerin bir râvinin ta‘dîlinde kullandıkları bu genel sözlerden başka lafızlar da vardır. Râvinin adalet ve zabt derecesine göre farklılık gösteren bu lafızları ilk defa İbn Ebû Hâtim dört dereceye ayırarak sınıflandırmış (el-Cerḥ ve’t-taʿdîl, II, 37), daha sonra bu taksim İbnü’s-Salâh eş-Şehrezûrî, Zehebî, İbn Hacer el-Askalânî, Şemseddin es-Sehâvî ve Süyûtî gibi âlimler tarafından daha ayrıntılı biçimde ele alınmıştır.
Sahâbe döneminden itibaren her nesilde râvilerin cerh ve ta‘dîli konusunda görüşleri benimsenen birçok münekkit yetişmiş, onların bir kısmı bütün râvileri, bir kısmı râvilerin çoğunu, bir kısmı da gerekenleri tenkide tâbi tutmuştur. Her biri yetkin birer muhaddis olan bu münekkitlerin adlarını bir araya getiren eserler yazılmıştır. Zehebî’nin Ẕikru men yuʿtemedü ḳavlühû fi’l-cerḥ ve’t-taʿdîl’i (Kahire 1404/1984), Tâceddin es-Sübkî’nin Ḳāʿide fi’l-cerḥ ve’t-taʿdîl (Kahire 1404/1984) ve Ḳāʿide fi’l-müʾerriḫîn’i (Kahire 1404/1984), Şemseddin es-Sehâvî’nin el-Mütekellimûn fi’r-ricâl’i (Kahire 1404/1984) ile el-İʿlân bi’t-tevbîḫ li-men ẕemme ehle’t-târîḫ’i (Beyrut 1407/1986) bunlar arasında sayılabilir.
BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “ʿadl” md.
Buhârî, “Şehâdât”, 16.
İbn Ebû Hâtim, el-Cerḥ ve’t-taʿdîl, I, 6, 10; II, 37.
Hatîb, Târîḫu Baġdâd, VI, 189; VIII, 102, 387; XI, 250; XII, 98-99.
a.mlf., el-Kifâye (nşr. Ebû Abdullah es-Sevrakī – İbrâhim Hamdî el-Medenî), Medine, ts. (el-Mektebetü’l-ilmiyye), s. 85, 86, 96, 97, 98.
Seyfeddin el-Âmidî, el-İḥkâm fî uṣûli’l-aḥkâm (nşr. İbrâhim el-Acûz), Beyrut 1405/1985, II, 316, 335.
İbnü’s-Salâh, ʿUlûmü’l-ḥadîs̱, Kahire, ts. (Mektebetü’l-Mütenebbî), s. 52, 193-194.
İbn Dakīkul‘îd, el-İḳtirâḥ (nşr. Kahtân Abdurrahman ed-Dûrî), Bağdad 1402/1982, s. 326-327, 331, 341-342.
Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XIII, 380.
a.mlf., el-Mûḳıẓa (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1405/1985, s. 82.
Sübkî, el-Ḳāʿide fi’l-cerḥ ve’t-taʿdîl, Kahire 1404/1984, s. 29, 46, 47.
Zeynüddin el-Irâkī, el-Elfiyye (nşr. Muhammed b. Hüseyin el-Irâkī el-Hüseynî), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), I, 295; III, 262-263.
İbn Hacer el-Askalânî, Nüzhetü’n-naẓar fî tavżîḥi Nuḫbeti’l-fiker (nşr. İshak Azûz), İsmâiliye 1409/1989, s. 66, 68.
Şemseddin es-Sehâvî, Fetḥu’l-muġīs̱, Beyrut 1403/1983, I, 293, 294, 296, 300; III, 349.
Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Beyrut 1399/1979, I, 308.
Ali el-Kārî, Şerḥu Şerḥi Nuḫbeti’l-fiker (nşr. Muhammed Nizâr Temîm – Heysem Nizâr Temîm), Beyrut, ts. (Dârü’l-Erkam), s. 732.
Leknevî, er-Refʿ ve’t-tekmîl, s. 16-17, 67-69, 111-112, 116.
Tecrid Tercemesi, Mukaddime, I, 363, 368, 390.
Talât Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 235-236.
Emin Âşıkkutlu, Hadiste Ricâl Tenkîdi: Cerh ve Ta‘dîl İlmi, İstanbul 1997, s. 68-74, 95.