https://islamansiklopedisi.org.tr/kevn-ve-fesad
Sözlükte “var olmak, meydana gelmek, gerçeklik kazanmak” mânasında masdar olan kevn bu anlamıyla vücûd, husûl, sübût ve istikrar kelimeleriyle eş anlamlıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de kevn geçmezse de türevlerine Kur’an’ın hemen her sayfasında rastlanır. “Bozulmak, çürümek” vb. mânalara gelen fesâd ise Kur’an’da hem bu şekliyle hem de türevleriyle birçok âyette yer alır (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “fsd” md.). Bu âyetlerde fesad kavramı, gerek fizikî gerekse sosyal düzen ve dengenin bozulması anlamında olumsuz bir duruma işaret etmek üzere ve genellikle salâhın karşıtı olarak kullanılır (bk. FESAD). Kelâm literatüründe fesad yerine “kâinattaki düzenin ilâhî iradenin etkisiyle değiştirilmesi, bozulması” mânasında hark terimi de yer almaktadır.
Kevn ve fesad kelimelerinin bir arada ve birbirinin karşıtı olarak kullanılmasına Yunan felsefesine dair eserlerin Arapça’ya çevrilmesiyle başlanmış olmalıdır. Türkçe’de “oluş ve bozuluş” diye ifade edilen kevn ve fesad tabiriyle daha çok İslâm felsefesi terminolojisinde Yunanca genesis ve fthora kelimelerinin tercümesi olarak karşılaşılır. Ayrıca bu birleşik terim, Aristo’nun özgün adı Peri geneseos kai fthora olan ve Latince De generatione et corruptione adıyla bilinen eserinin Arapça’ya el-Kevn ve’l-fesâd başlığıyla çevrilmesinden sonra yaygınlık kazanmış, Aristo’yu takip eden bazı İslâm filozofları aynı adla kitaplar yazmışlar yahut kitaplarında bu konuya aynı başlık altında bölümler ayırmışlardır. Meselâ Ya‘kūb b. İshak el-Kindî’nin bu alandaki kitabının adı el-İbâne ʿani’l-ʿilleti’l-fâʿileti’l-ḳarîbe li’l-kevn ve’l-fesâd, Ebû Bekir Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî’ninki el-Kevn ve’l-fesâd’dır (Resâʾil, II, 208). İbn Sînâ da eş-Şifâʾ adlı eserinin tabiat ilimlerine dair kısmında kevn ve fesada ayrı bir bölüm ayırmıştır (eṭ-Ṭabîʿiyyât [2], s. 77-201).
Aristo, tabiat hakkındaki araştırma ve gözlemlerine dayanarak varlığın ezelî, varlığa hâkim olan genel yasanın da değişim (hareket) olduğunu, bu değişimin en belirgin biçimde oluş ve bozuluş şeklinde sürüp gittiğini, bunun bir başlangıç ve sonunun bulunmadığını söylüyordu. Bir başka deyişle tabiat kendini sürekli olarak oluş ve bozuluş şeklinde üretir. Buna göre her bozuluş bir oluşu, her oluş da bir bozuluşu meydana getirir. Bu felsefede var olan yok olmaz, yalnız şekil değiştirir. Ancak değişimin hâkim olduğu tabiatta yine de değişmeyen bir öz, bir cevher mevcuttur. Şu halde Aristo’ya göre oluş ve bozuluş sadece arazlara ilişkin bir kavramdır; bir şeyi o şey yapan öz veya temel yapı asla değişmez; tabiatta sürekliliği sağlayan da bu temel yapıdır yani formdur (tür). Helenistik ve Ortaçağ fizik felsefelerinde genel kabul gören bu anlayış İslâm filozoflarınca dinî kaygılarla kısmen tâdil edilerek benimsenmiştir. Aristo’nun yaratma fikrine yabancı olmasına karşılık müslüman filozoflar varlığın sonradan yaratıldığını, bir başlangıç ve sonunun bulunduğunu, kevn ve fesadın da bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini savunurlar. Onlara göre ezelî olan asla değişmez; bir şey değişikliğe uğruyorsa o sonradan yaratılmıştır. Ay altı âlemindeki varlıklarda görülen her tür hareket bu varlık alanının sonradan ortaya çıktığının bir kanıtı sayılır. Âlemin yoktan ve sonradan Allah tarafından yaratıldığını ve onun sonsuz olamayacağını vurgulayan Kindî, esasen her olan (kâin) ve bozulan (fâsid) şeyin her duyulur ve akledilirin oluşunun ilk, nihaî ve fâil sebebinin Allah ve O’nun her sebebin sebebi, her fâilin yaratıcısı (mübdi‘) olduğunu söyler (Resâʾil, II, 219). Bununla birlikte bu âlemin düzen ve tertibinin, varlıkların bir kısmının diğer kısmını etkilemesinin, kısaca âlemde oluşan ve bozulan, değişen ve değişmeyen her şeyin “en uygun şekilde” (el-emrü’l-aslah) meydana geldiğini göstermek maksadıyla oluş ve bozuluşun nasıl cereyan ettiğini, bunun sebep veya sebeplerini araştırmaya koyulur. Kindî, önce kevn ve fesadın Aristo’nun altı hareket türünden biri olduğunu belirtir. Bu konuda Aristo’nun görüşünün aksine kevn ve fesad hareketini “bir şeyin cevherinden (ayn) başka bir cevhere intikal etmesi” diye tarif eder (a.g.e., II, 217). Diğer bir ifadeyle kevn ve fesad cismin sadece arazlarının değil cevherinin değişmesiyle gerçekleşir (a.g.e., II, 204).
Kevn ve fesad olayı ancak karşıt nitelikli varlıklarda gerçekleşir. Dört nitelik yani sıcaklık, soğukluk, yaşlık ve kuruluk varlığa ait temel karşıt niteliklerdir. Ancak kevn ve fesad ay altı âleminde gerçekleşir. Şu halde ay altı âlemi oluş ve bozuluşlar âlemidir (a.g.e., II, 219-220). Bununla birlikte ay altı âleminde oluş ve bozuluşun maddesi durumunda olan dört unsurun (toprak, su, ateş ve hava) kendileri oluş ve bozuluşa tâbi değildir; onlardan meydana gelen maden, bitki ve canlıların da yalnızca birleşik fertleri oluş ve bozuluşa uğrar (a.g.e., II, 220). Kindî, gök cisimlerinin konumları ve hareketleriyle ay altı âlemindeki hadiseler arasında gözlemlere dayalı bir ilişki bulunduğunu tesbit eder ve şu sonuca varır: Bütün gök cisimleri bulundukları konum itibariyle kevn ve fesadın sebebi ve yakın fâilidir; ancak bunun gerçek fâili veya sebebi hikmetiyle âlemi en güzel nizam üzere yaratan Allah’tır (a.g.e., II, 236).
Kindî geleneğine bağlı bir filozof olan Ebü’l-Hasan el-Âmirî de âlemdeki bütün varlıkları mübdeât ve mükevvenât olmak üzere ikiye ayırmıştır. Birinciler ilâhî kudretle doğrudan yaratılanlardır; felekler, gezegenler ve dört unsur bunlardandır. İkinciler, yani ilâhî teshirle oluşanlar ay altı âleminde meydana gelen varlık ve olaylardır. Meteorolojik hadiseler, madenler, bitkiler ve canlılar bu sınıfa dahildir (el-İʿlâm, s. 91-92).
Fârâbî bir eserinde kevni “birleşme veya birleşimi andıran bir oluşum”, fesadı ise “bozulma ve çözülme” diye tarif ederken (Mesâʾilü müteferriḳa, s. 86) bir başka eserinde maddenin yeni form kazanmasına kevn, mevcut formun bozulmasına da fesad denildiğini belirtir (ed-Deʿâva’l-ḳalbiyye, s. 9). Buna göre maddenin fizikî, kimyevî ve biyolojik değişime uğraması sonucunda ortaya çıkan her yeni form kevn, önceki formunu kaybetmesi de fesaddır.
İbn Sînâ, eş-Şifâʾın kevn ve fesada ayırdığı bölümünde öncelikle kevn ve fesadın gerçek olduğunu tesbit eder, onu inkâr edenleri ve bu konudaki yanlış görüşleri eleştirir. Ona göre kevn ile hudûs, dolayısıyla kâin ile hâdis eş anlamlı kelimelerdir. Mutlak oluş (kevn) cevhere ait oluştur ve ancak birleşik cisimler oluş ve bozuluşu kabul eder. Kevn ve fesadı kabul etmeyen varlıklar ibdâ (doğrudan yaratma) sonucu meydana gelenlerdir. Tamamı yahut bir kısmı kevn ve fesadı kabul eden cisimler asla ezelî olamaz. Kevn ve fesadın unsurları da ezelî değildir. Oluş ve bozuluşa uğrayan nesnelerin aslı dört unsurdur ve onlar bu unsurların birleşmesiyle meydana gelir. İlk madde oluş ve bozuluşa tâbi değildir, onun varlığı ibdâ iledir. Kevn ve fesadı kabul eden cisimler doğrusal (müstakîm) hareket eder, doğrusal hareket etmeyen cisimler ise oluşa tâbi olmaz, onlar tabiatları gereği dairesel (müstedîr) hareket eder ve doğrudan yaratılmıştır (eṭ-Ṭabîʿiyyât [1], s. 17, 21, 24, 124-125, 189; a.e. [2], s. 27-28, 79 vd.).
Kevn ve fesadın ortak fâil illeti onlara yakın olan gezegenlerin hareketi, ortak maddî illeti de ilk unsurladır. Oluş ve bozuluş başlangıcı olan şeylerle ilgilidir; her başlangıcı olan şeyin şüphesiz bir sebebi vardır. İdeal sayılan semavî varlıkların dairesel hareketleri kevn ve fesadın sebepleri olmaya lâyıktır (a.g.e. [2], s. 192-195). Bütün bunların öncesinde her varlığa kendi türünün özelliklerini veren ilâhî lutuftur (a.g.e. [2], s. 199-200). Bir başka söyleyişle dünyadaki oluş ve bozuluş hareketinin yakın sebebi gökküreleri, uzak ve nihaî sebebi ise Allah’tır.
İslâm filozoflarının antik felsefe ve bilim geleneği uyarınca varlığı ay üstü ve ay altı âlemi diye ikiye ayırmalarına, ay altı âlemindeki oluş ve bozuluşun gökkürelerinin etkisiyle meydana geldiğine inanmalarına karşılık Kur’an varlığın yaratılışında, işleyişinde, her varlık türünün oluşum, gelişim ve değişiminde yegâne âmilin Allah olduğunu beyan eder ve, “Allah’ın yaratmayı nasıl başlattığını, sonra bunu nasıl tekrarladığını görmediler mi? Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır. De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah ilkten yaratmaya nasıl başlamış bir bakın. İşte Allah bundan sonra âhiret hayatını da yaratacaktır. Gerçekten Allah her şeye kādirdir” (el-Ankebût 29/19-20); “De ki: Ortak koştuklarınız arasında ilk defa yaratacak, -öldükten- sonra da onu yeniden -diriltip- döndürecek biri var mı? De ki: Allah ilk defa yaratıp sonra onu yeniden hayata döndürür. O halde nasıl saptırılırsınız!” (Yûnus 10/34) gibi açıklama ve uyarılarıyla varlığın işleyişindeki sebeplerin, kâinat ve orada hüküm süren kanunların Allah tarafından yaratıldığına dikkat çeker. Allah’ın irade ve kudretinin her türlü ölçü ve tasavvurun üstünde olduğunu bildirir. “O, bir şeyi yaratmak istediğinde ona sadece ‘ol’ der ve o da hemen oluverir” (Yâsîn 36/82) âyetiyle de kâinatta yegâne hükümranlığın kendisine ait olduğunu, O’nun bilgi ve iradesi dışında hiçbir fiilin gerçekleşmeyeceğini ifade eder.
BİBLİYOGRAFYA
et-Taʿrîfât, “Kevn” md.
M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “fsd” md.
Kindî, Resâʾil, II, 204, 208-209, 217, 219-221, 236, 251.
Fârâbî, el-Medînetü’l-fâżıla (nşr. Albert Nasrî Nâdir), Beyrut 1959, s. 28.
a.mlf., İḥṣâʾü’l-ʿulûm (nşr. Osman M. Emîn), Kahire 1949, s. 97.
a.mlf., Mesâʾilü müteferriḳa (nşr. Dieterici), Leiden 1890, s. 86.
a.mlf., ed-Deʿâva’l-ḳalbiyye, Haydarâbâd 1346, s. 9.
Ebü’l-Hasan el-Âmirî, el-İʿlâm bi-menâḳıbi’l-İslâm (nşr. Ahmed Abdülhamîd el-Gurâb), Kahire 1387/1967, s. 91-92.
Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-Muḳābesât (nşr. Ali Şelak), Beyrut 1986, s. 213.
İbn Sînâ, eş-Şifâʾ eṭ-Ṭabîʿiyyât (1), s. 17, 18, 21, 24, 124-125, 189; a.e. (2), s. 27-28, 77-201.
Seyfeddin el-Âmidî, el-Mübîn (nşr. Hasan Mahmûd eş-Şâfiî), Kahire 1403/1983.
Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1524.