https://islamansiklopedisi.org.tr/karaca-kani
1 Mart 1930 tarihinde Adana’nın Karataş ilçesine bağlı Adalı köyünde doğdu. Henüz iki üç aylık iken bir kaza sonucu görme yeteneğini kaybetti. Üç yaşında babasının vefatı üzerine halası ve eniştesinin himayesinde büyüdü. İlkokulda okurken aynı zamanda köyün imamı Saatçı Ali (Nergis) Efendi ile hıfza başladı. Bir müddet sonra civar camilerde mukabele okumaya başlayınca sesinin güzelliğiyle dikkati çekti. Ardından Adana’da Hacı Şefika Hatun Camii’nin imamı olan, aynı zamanda mûsiki bilgisine de sahip bulunan Hâfız Abdi Er Efendi’nin yanına verildi. Kâni Karaca’nın mûsiki bilgisinin temellerinin, bu hocasından edindiği pratik bilgilerin ve makamları Kur’an’a uygulamanın yanı sıra Adana Türk Ocağı’nda verilen konserleri dinlemesi ve bazı amatör konserlere katılması yoluyla atıldığı söylenebilir. Dokuz yaşında hıfzını tamamladıktan sonra mevlid okumayı da kendi kendine geliştirdi, genç yaşlarında civar illere davet edilmeye başlandı. Nihayet kabiliyeti ve giderek artan ünü dolayısıyla Adana eşrafından bazı kişiler 1950 yılında kendisini İstanbul’a götürerek mûsiki bilgisini daha da geliştirmesinin yolunu açtılar.
Karaca, İstanbul Karaköy’de Yeraltı Camii imam ve hatibi Hâfız Üsküdarlı Ali Efendi’den İstanbul’a özgü en güzel okuyuş tavrı olan ve “Üsküdar ağzı” denilen üslûbu meşketti. Hâfızlık ve mevlidhanlık alanındaki üstün yeteneğini öncelikle bu hocası sayesinde geliştirdi, yüksek sanat zevkini ve gücünü temsil eden bir seviyeye ulaştı. Kur’an okumanın inceliklerini, tecvid kaidelerini ona öğreten de Ali Efendi’dir. Onun yanında bir süre kaldıktan sonra Yeraltı Camii’nde Ali Efendi, Hâfız Kemal Batanay, Sadettin Heper ve Bayındırlı Mustafa Efendi gibi üstatların önünde aşere ve takrîb imtihanı vererek icâzet aldı.
İstanbul’a geldiği yılın ramazan ayında Eminönü Yenicami’de mukabele okuyan ünlü bestekâr Sadettin Kaynak’la tanıştırıldı; Kaynak onun okuduğu aşrı beğenerek bayram ertesi Sıraselviler’deki evinde derslerine katılmaya çağırdı. Kaynak’ın şehnaz makamındaki ilâhisinin meşkiyle başlayan ve beş altı yıl süren bu derslerde Karaca üslûp, tavır ve mûsiki bilgisini ilerletti. Ahmet Avni Konuk’un 119 makamdan oluşan kâr-ı nâtık formundaki büyük eserini, ayrıca Neyzen Emin Dede yoluyla intikal eden bazı durakları Kâni Karaca’ya meşkeden Sadettin Kaynak böylece onun nazarî bilgilerini pekiştirdi. Kâni Karaca’nın bir diğer önemli hocası da Sadettin Heper’dir; kendisinden usulleri, kudüm vurmayı ve başta Mevlevî âyinleri olmak üzere pek çok dinî mûsiki formunu öğrendi. Karaca’yı Heper’e tanıtıp ona emanet eden de Sadettin Kaynak’tır. Kâni Karaca, Heper’den uzun yıllar ders aldı. Itrî’nin rast makamındaki “Na‘t-ı Mevlânâ”sı günümüzde neredeyse onun sesi ve tavrıyla tesbit edilmiş durumdadır. Bu icra şekli Hamâmîzâde İsmâil Dede Efendi – Zekâi Dede Efendi – Zekâizâde Hâfız Ahmet Efendi (Irsoy) kanalıyla Heper’e ulaştı ve sonunda Karaca’nın okuyuşuyla zihinlere yerleşti.
Kâni Karaca, 1953 yılında Hakkı Süha Gezgin tarafından Mesut Cemil’e takdim edildikten sonra Mesut Bey onun İstanbul Radyosu stüdyosunda, klasik üslûpta ve icrası zor makamlarda bestelenmiş olan din dışı formdaki eserlerin en nâdide örneklerini seslendirmesini sağladı, burada kendisine dönemin meşhur sâzendeleri eşlik etti ve bu yolla geleneğin günümüze ulaşması temin edildi. Karaca’nın radyoda okuduğu ilk eser Küçük Mehmed Ağa’nın, “Ol gonca-dehen gül gibi güldükçe demâdem” mısraıyla başlayan acem-bûselik bestesidir. Bu önemli kayıtlardan günümüze ulaşabilen az bir kısım CD’ye kaydedilerek yayımlandı. Ayrıca okuduğu gazel ve kasideler, tek başına seslendirdiği Mevlevî âyinleri, mevlidin tamamı ve çeşitli konser kayıtları, bugün müracaat edilen temel kaynakların başında gelen ders niteliğindeki icralardır. 1955 yılından başlayarak vefatına yakın tarihlere kadar Konya Mevlânâ ihtifallerine katıldı; mevlid, ezan, gazel, kaside gibi serbest formların en mahir icracısı olarak bilindi; yurt içinde ve yurt dışında Kur’an okudu, pek çok konsere ve Mevlevî âyinine sesi ve kudümüyle iştirak etti, giderek şöhreti bütün dünyaya yayıldı.
Nuri Halil Poyraz, Hopçuzâde Şâkir Efendi, Refik Fersan, Halil Can, Münir Nurettin Selçuk gibi önemli müzisyenlerden de faydalanan ve birlikte aynı mûsiki ortamlarını paylaşan Kâni Karaca irticâlen okuma yeteneği sayesinde kimsenin kolay ulaşamayacağı bir seviyeyi yakaladı; bu sayede diğer müzisyenleri şaşırtan geçkiler yaptı, onu tanıyan herkesin gönlünde derin izler bıraktı. 1975’te İstanbul’da kurulan Türk Mûsikisi Devlet Konservatuvarı’nın ilk kadrosunda yer aldı ve 1979 yılına kadar burada kudüm ve usul dersleri verdi. İstanbul Radyosu’ndan 1995’te emekliye ayrılan ve Cumhuriyet dönemine yetişmiş son mûsiki üstatlarından edindiği mûsiki geleneğini günümüze aktaran sanatkârlardan biri olan Karaca bestekârlık alanında az da olsa eser verdi. Bestelediği eserler dört saz semâisi, yirmiye yakın şarkı, ilâhi ve şuğul, “Lebbeyk Allâhümme lebbeyk” ifadesini soru-cevap şeklinde düzenlediği hicaz makamında Arafat duası ve bir hadisin metni üzerine yaptığı rast makamındaki bestesinden ibarettir. 29 Mayıs 2004 tarihinde Fatih’teki evinde vefat eden Karaca’nın cenazesi, Fâtih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Edirnekapı Yüzbaşı Necati Bey Mezarlığı’na defnedildi. Ölümüyle birlikte uzun süredir Fâtih Camii hazîresinde her cuma sabahı namazdan sonra okuduğu Kur’ân-ı Kerîm sadâsı da son bulmuştur.
BİBLİYOGRAFYA
H. Rahmi Şenses, Bu Günün Meşhur Huffaz-ı Kiramı ve Mevlidhanları, İstanbul 1965, s. 79-81.
Vefatının 5. Yılında Kâni Karaca Anma Toplantısı (haz. Mehmet Güntekin), İstanbul 2009.
Gönül Paçacı, Türk Müzik Geleneğini Yaşatanlar Serisi: Kâni Karaca (Kitap-Belgesel VCD), İstanbul, ts.
Ramazan Alparslan, İstanbul Ehl-i Kur’an ve Mevlithanları ve Bu Nesli Yetiştirenler, İstanbul 2014, s. 104-105.
“Kâni Karaca’nın Vefatı Üzerine”, Musikişinas, sy. 7, İstanbul 2005, s. 131-143.
Bülent Aksoy, “Karaca, Kâni”, DBİst.A, IV, 443.