KAFİYE - TDV İslâm Ansiklopedisi

KAFİYE

القافية
KAFİYE
Müellif: İSMAİL DURMUŞ, MÜRSEL ÖZTÜRK, İSKENDER PALA
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2001
Son Güncelleme Tarihi: 17.03.2019
Erişim Tarihi: 28.11.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/kafiye
İSMAİL DURMUŞ, MÜRSEL ÖZTÜRK, İSKENDER PALA, "KAFİYE", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/kafiye (28.11.2024).
Kopyalama metni

Sözlükte kafâ ve kāfiye kelimelerinin ilk ve asıl anlamı “başın boyunla bitişen arka ve son kısmı, ense”dir. Bu temel mânadan “bir şeyin sonu, arkası” anlamı, buradan da “beytin sonu” mânası türemiştir. Câhiliye, muhadram ve İslâmî dönem Arap şairlerinin kafiyeyi “beyit, şiir, kelime, beytin son kelimesi ve revî harfi” (kafiyede tekrarlanan son harf) gibi anlamlarda kullandıkları görülmektedir. Kafiye kelimesini “tâbi olmak, ardından gitmek” demek olan kafv/kufüvv masdarından “izleyen, ardından gelen” (kāfiye) veya “arkasından getirilen” (makfüvve) anlamında türetenler de vardır. Bunlara göre kafiyeli kelimelerin beyitlerin sonlarında birbirini izlemesi ya da arka arkaya tekrar edilmesi sebebiyle kafiyeye bu ad verilmiştir (İbnü’s-Serrâc, s. 115; İbn Reşîḳ el-Kayrevânî, I, 154; Ebû Ya‘kūb es-Sekkākî, s. 569). Fars edebiyatında aynı kelimeyle ifade edilen kafiyeye İslâm öncesi Türk edebiyatında uyak, halk edebiyatında ayak denilmiş; Fars ve klasik Türk edebiyatlarında “kāfiye-gû, kāfiye-senc, kāfiye-endîş” kelimeleri de “şair” yerine kullanılmıştır. Kafiye, manzumenin dış yapı özelliklerinden olup âhengi temin eden en önemli unsurudur.

Dünya şiirinde kafiyenin kullanılışı veznin bulunuşundan çok sonradır. İlk şiirlerini kafiyesiz yazan milletler yanında Japon edebiyatı gibi uzun dönemlerde kafiye geleneği oluşmamış edebiyatlar da bulunmaktadır. Kafiye bir ses, bir hece veya bir kelimeden meydana gelir. İslâmî edebiyatlardaki kafiyenin kaynağını teşkil eden Arap kafiyesinde sesler kadar hareke de önemli olup bir kelimenin seslerinden bazıları yahut kelimenin tamamı, hatta bir önceki kelimenin sesleri de kafiyeye dahil olabilir. Kafiye usulünü ilk ortaya koyanlar Araplar’dır. Bu sebeple Arap edebiyatında aruzla kafiyenin birlikteliği esası II. (VIII.) yüzyılda yazıya geçirilmeye başlanmış ve Halîl b. Ahmed, Mufaddal ed-Dabbî, Ahfeş el-Evsat ve İbn Dürüsteveyh gibi yazarlar kafiyenin nasıl olması gerektiği üzerine görüşler öne sürmüşlerdir (İbnü’n-Nedîm, s. 690; İbnü’l-Kıftî, II, 113; Çetin, Eski Arap Şiiri, s. 61 vd.; , III, 426-427). Bunun sonucunda “ilm-i kavâfî” diye özel bir dal oluşmuş ve yüzyıllar boyunca Arap, Fars ve Türk edebiyatları başta olmak üzere Doğu edebiyatlarında kafiyenin ayrıntıları ve biçimleri üzerine kitaplar yazılmıştır. Beyit sonlarındaki uyumla (tenâsüp) bunu bozan unsurları inceleyen kafiye ilmi retorik kitaplarının en önemli bölümlerinden birini meydana getirmiştir.

Arap edebiyatında kafiye düzenini oluşturan altı harf özel isimler altında incelenmiştir. 1. Revî. Kafiye düzeninde daima bulunması gereken, bu sebeple kasidenin üzerine kurulduğu ve kendisine nisbetle anıldığı sahih harftir. Revî harfi harekeliyse “mutlak revî”, harekesiz ise (sâkin) “mukayyed revî” adını alır. Kafiye kelimesinin sonunda yer alan illet/med harfleri, tesniye elifi, tekit, tenvin ve müennes “nûn”ları, sekt “he”si (ہ ـه), önü harekeli bitişik he (ـه), ”ـه“ zamiri ve hitap kâfı (ك), ötreyi izleyen vav zamiri (وا) ve kesreyi izleyen yâ zamiri (ي) gibi harfler kavî olmamaları veya ziyade harf olmaları sebebiyle revî sayılmazlar, revî harfi bunlardan önceki harftir. Bir kafiye veya seci düzeninde revî olabilecek başka harf yoksa bu sayılan harflerden bazıları, özellikle elifler revî kabul edilir. Maksûre türü didaktik kasidelerin kafiye düzeninde revî harfi olarak elif-i maksûre bulunur. 2. Vasıl harfi. Harekeli (mutlak) revî harfinin uzatılmasından (işbâ‘/ıtlâk) hâsıl olan med harfleri (ا و ى) veya revî harfinin sonuna bitişen müennes harfi, zamir veya sekt/vakıf harfi olarak eklenen he ile (حامِيهْ، دَفعهْ، هِيهْ gibi) hitap kâfıdır. 3. Hurûc harfi. Vasıl harfinin uzatılmasından (işbâ‘) hâsıl olan med harfleridir (ا و ى): فَرِجامُها(ا) ، نَعله(ي)، يُحسِنونه(و) kafiyelerinde ”ا و ى“ hurûc, ”ـه“ vasıl harfidir. 4. Ridf harfi. Revî harfinden önceki med veya lîn (önü fetha olan vav ile yâ) harfleridir: (غَيْنْ)’da (ن) revî (ي) lîn ridfi, ”الحال، العُهود، المَشِيب“ kafiyelerinde ”ل د ب“ revî, ”ا و ى“ med ridfleridir. 5. Te’sîs harfi. Revîden önceki harekeli harfin önünde gelen eliftir. Buna te’sîs elifi de denir. Revî harfiyle te’sîs elifinin aynı kelimede olması şarttır: (و) الشاهدُ’da (و) vasıl, (د) revî, (ا) te’sîstir. 6. Dahîl harfi. Revî harfiyle te’sîs elifi arasındaki harekeli harftir: (و) جاهلُ ve (و) الكَواكبُ kafiyelerindeki هـ، ك dahîl, ل، ب revîdir.

Arap edebiyatında kafiye düzenini oluşturan harf grubunun harekeleri mecrâ/mücrâ, nefâz/nefâd, hazv, işbâ‘, ress ve tevcîh olmak üzere altı adettir. Kafiye, son iki sâkin harf arasındaki harekelerin sayısı bakımından müterâdif, mütevâtir, mütedârik, mütekārib ve mütekâvis türlerine; revî harfinin harekeli veya sâkin olmasına göre de mutlaka ve mukayyede kısımlarına, bu ikisi de kendi içlerinde mücerrede, merdûfe, müessese diye üçer kısma ayrılır. Bazı Arap şiir türleri özel kafiye sistemlerine dayanır. Lüzûm-ı mâ lâ yelzem (iltizam) türünde birden fazla (iki, üç) revî harfi tekrar eder. Zü’l-kāfiyeteynde (tev’em/teşrî‘), beyitlerin ortalarında ve sonlarında iki kafiye düzeni bulunur. Müşterek (mücennes/cinaslı) kafiye aynı kelimenin değişik anlamlarda tekrarına dayanır.

Fars dilinde hareke bulunmaması kafiye harflerinin adedini dokuza çıkarmış ve Arap kafiye düzenine kayd, mezîd ve nâire isimleri altında yeni kafiye harfleri eklenmesine yol açmıştır. Buna göre Fars kafiyesinin harfleri şöyle sıralanmaktadır: 1. Revî. Kafiyenin asıl olan son harfidir, kafiyede birbirine uygun olması gereken harf budur. “Kamer” ve “şeker” kelimelerinin sonundaki “r”ler revî harfidir. 2. Te’sîs. Revî ile aralarında harekeli bir harf bulunan “elif”tir. “Kāsır” ve “mâhir” (قاصر، ماهر) kelimelerindeki “elif”ler gibi. 3. Dahîl. Te’sîs ile revî arasındaki harftir. “Şemâyil” ve “kabâyil” (شمايل، قبايل) kelimelerindeki yâ harfi gibi. 4. Ridf. Aralarında harekeli bir harf bulunmak üzere revîden önce yer alan elif vb. uzun vâv-ı sâkine veya esre ile okunan yâ-yı sâkinedir. Buna göre ridf iki türlüdür: a) Ridf-i aslî. Revîden önce gelen ve uzatmalı olarak okunan elif, vav ve yâ ünlülerinin her birine denir. “Bâd, bûd, bîd” kelimelerindeki â, û ve î harfleri gibi. Arap kafiye düzenindeki ridf de böyledir. b) Ridf-i zâid. Revî harfiyle ünlüler arasında bulunan sâkin harftir. “Sâht, sûht, rîht” kelimelerindeki h harfleri gibi. Bu tür kafiyeye az rastlanır. Bu durumda arada bulunan sâkin harfe “ridf-i zâid”, elif veya “vav”a ya da “yâ”ya “ridf-i aslî” denir. 5. Kayd. Elif, vav ve “yâ”nın dışında revîden hemen önce gelen sâkin harftir. “Dest, best, mest” kelimelerindeki s; “sirişt” ve “bihişt” kelimelerindeki ş; “guft, cuft, huft” kelimelerindeki f harfi gibi. Harf-i kayd ile yapılan kafiyeye “revî-i mukayyed” (kāfiye-i mukayyed) denir. 6. Vasıl. Revîyi takip eden harftir. Bu harf sâkin durumdaki revîyi harekeli duruma getirir. “Hâbî” ve “der-yâbî” kelimelerinde â ridf-i aslî, b revî ve î vasıl harfidir. Yine “yârî” ve “dildârî” kelimelerinde â ridf-i aslî, r revî ve î vasıl harfidir. 7. Hurûc. Vaslı takip eden harftir. “Mest-end” ve “nişest-end” kelimelerinde s harf-i kayd, t harf-i revî, n harf-i vasl ve d harf-i hurûcdur. 8. Mezîd. Hurûcu takip eden harftir. “Mî-gozarîm-eş” ve “mî-nevâzim-eş” kelimelerinde a harf-i ridf-i aslî, z harf-i revî, î harf-i vasl, m harf-i hurûc ve ş harf-i mezîddir. 9. Nâire. Mezîdi takip eden bir veya daha fazla harftir. “Bestîm-i şân” ve “peyvestîm-i şân” kelimelerinde s harf-i kayd, t harf-i revî, î harf-i vasl, m harf-i hurûc, ş harf-i mezîd, â ve n harf-i nâiredir. Fars edebiyatında yukarıda sayılanlardan başka mutlak ve mukayyed kafiyeler de kullanılmıştır. Mahcûb, zü’l-kāfiyeteyn ve iç kafiye de buna eklenmektedir. Yine Arap kafiyesindeki kafiye harekeleri Fars kafiyesi için de geçerlidir.

Fars şiirinin kafiye kuralları üç gruba ayrılır. 1. â ve û ünlülerinin her biri tek başına kafiye yapabilir. Meselâ “mâ” ve “peydâ” kelimelerinde ortak olan â harfi ve “câdû, âhû” kelimelerinde ortak olan û harfi tek başına kafiye olabilir. Fakat bu tür kafiyenin kullanılışı fazla değildir. 2. Her ünlü, kendinden sonra gelen bir veya iki ünsüzle birlikte kafiye yapabilir. Bu da şu şekillerde olabilir: a) Uzun ünlü (â, û, î) + ünsüz. Meselâ “hâk” ve “pâk” kelimelerinde kafiye hecesi “âk”, “fürûz” ve “bisûz” kelimelerinde “ûz”, “şenîd” ve “devîd” kelimelerinde ise “îd”dir. b) Uzun ünlü + ünsüz + ünsüz. Meselâ “sâht, nevâht” kelimelerinde “âht”, “pûst, dûst” kelimelerinde “ûst”, “gurîht, berîht” kelimelerinde “îht” heceleri kafiye heceleridir. c) Kısa ünlü + ünsüz. Meselâ “teb, şeb” kelimelerinde “eb”, “gil, dil” kelimelerinde “il” heceleri gibi. d) Kısa ünlü + ünsüz + ünsüz. Meselâ “nühuft, guft” kelimelerinde “uft”, “girift, şigift” kelimelerinde “ift” kafiye heceleridir. 3. Ek harfleri (hurûf-ı ilhâkī). Kafiyeli kelimelerin sonuna aynı eklerden biri veya birkaçı gelebilir. Bu ekler şahıs ekleri, bitişik yazılan şahıs zamirleri, son ekler gibi eklerdir. Meselâ “tebâh-î, siyâh-î” kelimelerinde “âh” hecesi kafiye, î ek harfi, “bîht-end, rîht-end” fiillerinde “îht” hecesi kafiye, “end” ise ektir.

Türk dilinde harekeyle beraber uzun ünlünün de olmayışı, kafiyede elif, vav ve yâ ünlülerinden oluşan kafiye harfleri yerine kafiye düzeninde daha basit ve anlaşılır bir sıralamayı gündeme getirmiştir. Böylece kafiyeyi oluşturan harfler revîye olan yakınlık sırasına göre ridf, te’sîs, dahîl ve kayd olarak öne doğru; vasıl, hurûc, mezîd ve nâire olarak da sona doğru adlandırılır. Bir kafiyede revî harfiyle beraber ridf de varsa “kāfiye-i mürâdefe”, te’sîs de varsa “kāfiye-i müessese”, bunlara dahîl ve kayd da eklenmiş ise “kāfiye-i mukayyede” ortaya çıkar. Revî harfinden sonra gelen ilk harfe vasıl, ikinciye hurûc, üçüncüye mezîd ve dördüncüden itibaren ne kadar harf varsa hepsine birden nâire denir. Modern Türk şiirinde revî harfinden sonra gelen harflerin tamamı redif olarak kabul edilmiş ve bunda herhangi bir uzunluk ölçüsü gözetilmemiştir.

Kafiye, Arap ve Fars edebiyatlarında beyit temeline dayandığı için genelde kafiye düzeni ve harflerin diziliş esasına göre adlandırılmıştır. Türk divan edebiyatının İran edebiyatı örneğinden yola çıkmış olması bu tür beyit esasına dayalı kafiye kullanımını yaygınlaştırmışsa da Türkler’in en eski şiirlerinden yola çıkarak kullandıkları bir de dörtlük düzeninde kafiyeleri vardır ki bu şiirlerde kafiyelerin şekil ve yapı bakımından farklı biçimleri ortaya çıkar. Yenisey mezar kitâbeleri ve Orhon yazıtları gibi nesir örneklerinde bile izleri bulunan sese dayalı kulak için kafiye Türkler’in İslâmî edebiyat dönemlerinde halk şiiri geleneği içinde devam etmiş ve divan edebiyatının Arap ve Fars kafiye geleneğine ve yazıya dayalı göz için kafiye ile paralel yürümüştür. Cumhuriyet döneminde kafiye genellikle halk şiirine göre incelenmiş, yapı ve şekil bakımından ayrı tasniflere tâbi tutulmuştur.

Yapı Bakımından Kafiye. Kafiyeyi meydana getiren seslerin azlığı veya çokluğuna göre kafiye yarım, tam, zengin ve cinaslı olabilir. Yarım kafiye mısra sonlarında yalnızca bir sessiz harfin benzeşmesiyle olur (Ecel büke belimizi / Söyletmeye dilimizi [Yûnus Emre]); daha çok halk şiirinde ve redifle birlikte kullanılmıştır. Tam kafiye, mısra sonlarında iki sesin (ünlü + ünsüz, ünsüz + ünlü; çift ünsüz veya uzun ünlü) benzeşmesiyle olur (Bir garip rüya rengiyle / Uyumuş gibi her şekil / Rüzgârdaki yaprak bile / Benim kadar hafif değil [Ahmet Hamdi Tanpınar]). Zengin kafiye mısra sonlarında ikiden fazla sesin benzeşmesiyle olur (Dünya nedir, anmasak unutsak / Âvâreyiz âşîyâna tutsak [Muallim Nâci]). Zengin kafiyede üçten fazla sesten oluşan bir kelime diğer kafiye kelimesi içinde tekrarlanıyorsa buna “tunç kafiye” denilir (N’oldu sana? Yeşil pancurun indi / Karanlık akşamlara döndü ikindi [Oktay Rıfat]). Cinaslı kafiye anlamları ayrı, fakat yazılış ve söylenişleri aynı olan kelimelerin kafiye olarak kullanılmasıyla olur (Her nefeste eyledik yüz bin günâh / Bir günâha etmedik hiçbir gün âh [Süleyman Çelebi]). Cinaslı kafiye halk şiirinde daha ziyade ayaklı mani nazım şekliyle kullanılmıştır (Gül erken / Bilmem ki yaz mı gelmiş / Niçin açmış gül erken / Aklımı kayıp ettim / Nazlı yarim gülerken).

Şekil Bakımından Kafiye. Kafiye mısra sonlarındaki dizilişine göre düz, çapraz, sarma ve karma olabilir. Buna göre beyit, bend veya dörtlüklerin bütün mısraları birbiriyle kafiyeli olursa (aa, aaaa ... gibi) düz (bk. yarım kafiye örneği); koşma ve manilerde dörtlüklerin tek rakamlı (1 ve 3) mısraları ile çift rakamlı (2 ve 4) mısraları birbiriyle kafiyeli olursa (xaxa, bcbc, dede veya dcdc ... gibi) çapraz (bk. tam kafiye örneği); dörtlük veya bendlerde mısraların bir-dört, iki-üç sırasına göre kafiyeli olursa (abba cddc veya abbba cdddc ... gibi) sarma (Cânân aramızda bir adındı / Şîrin gibi hüsn ü âna unvân / Bir sâhile hem şerefti hem şân / Çok kerre hayâlimizde cânân / Bir şi‘ri hatırlatan kadındı [Yahya Kemal Beyatlı]); bendlerin mısraları arasında kafiye bulunmakla beraber dizilişlerinde düzensizlik ve değişkenlik olursa karma kafiye ortaya çıkar (Ah şu ufkun arkasında / Sonsuz bahar havasında / İşitiyorum kuşların / Kuşların ötüştüğünü / İşitiyorum bir narın / Çatlayarak düştüğünü [Ziya Osman Saba]).

Kafiyenin mısra içinde tekrarlanmasına göre sınıflandırılması da söz konusudur. Mısralarının sonunda ve ortasında kafiye yapılan musammat manzumelere “zü’l-kāfiyeteyn”, her mısraında alt alta ikiden fazla kafiye bulunan manzumelere de “zü’l-kavâfî” adı verilir. “Tarsiye murassa” da denilen bu ikincisinde alt alta gelen kelimelerin kafiyeleri sütun tarzında sıralanmış olmalıdır: Münhasırdır sözlerim evsâfına / Muntazırdır gözlerim eltâfına (Ziyâ Paşa).

Kafiye Kusurları. Kafiyeden bahseden klasik eserlerin son bölümlerinde “uyûbü’l-kāfiye” adıyla verilen bu kusurlar Arap şiirinde daha Câhiliye devrinden itibaren bilinmekteydi. Bişr b. Ebû Hâzim el-Esedî ve Nâbiga ez-Zübyânî gibi şairlerin yaptıkları iḳvâ, sinâd, ikfâ ve taḥrîd gibi kafiye hataları kendilerine hatırlatılınca bunları düzelttikleri kaydedilmektedir (Merzübânî, s. 38-40, 59).

Arap şiirinde kafiye kusurları revî harfi ve harekesine, revîden önceki harf ve harekelere ve kafiye kelimesine ait kusurlar olmak üzere üçe ayrılır. Revî harf ve harekesine ilişkin kusurlar ikfâ, icâze, ikvâ, ısrâf, gulüv ve taaddîdir. İkfâ, revî harfinin aynı veya yakın mahreçten bir harfle bir kasidede beyitten beyte değişmesidir: ح/خ , ن/ل , س/ص değişimleri gibi. İcâze revî harfinin uzak mahreçten bir harfle değişimidir: قليل / ذميم kafiye düzeninde ل/م değişimi gibi. İkvâ, revînin harekesinin (mecrâ) ötre ve esre şeklinde değişmesidir: باليدِ / يعقدُ şeklindeki kafiye düzeninde دِ/دُ harflerindeki harekelerin değişimi gibi. Isrâf, revînin harekesinin üstün-esre veya üstün-ötre olarak değişmesidir: الأداءَ / بداءِ kafiye düzenindeki ءَ/ءِ harekeleri gibi. Vezni bozacak şekilde sâkin revî harfinin harekelenmesi kusuruna “gulüv”, revîden sonra gelen sâkin vasıl “hâ”sının vezni bozacak şekilde harekelenmesi kusuruna da “taaddî” denir.

Revîden önceki harf ve harekelerdeki değişme kusurlarına “sinâd” adı verilir. Bunlar ridf, te’sîs, işbâ‘, hazv ve tevcîh sinâdları olarak beş nevidir. Ridf sinâdı, iki beyitten birinin revîsinin önünde med (ridf) harfinin bulunması, diğerinde bulunmamasıdır. Te’sîs sinâdı iki beyitten birisinde te’sîs elifinin bulunması, diğerinde yer almamasıdır. İşbâ‘ sinâdı bir kasidede dahîl harfinin harekesinin farklı gelmesidir. Hazv sinâdı ridften önceki harfin değişmesidir. Tevcîh sinâdı mukayyed (sâkin) revîden önceki harfin harekesindeki değişikliktir. Aruz âlimleri Arap şiirinde çok görüldüğü için bu nevi sinâdı hoşgörüyle karşılamışlardır.

Kafiye kelimesindeki kusurların başlıcaları îtâ, tazmindir. Îtâ, bir kasidede kafiye kelimesinin aynı anlamda olmak üzere tekrar edilmesidir. Bir kasidede yedi beyit geçmeden yapılmış olan kafiye tekrarları hoş karşılanmaz. Ancak bunu kusur saymayanlar da vardır. Nitekim Nâbiga ez-Zübyânî, bir kasidesinde dört beyit arayla (الساري) kafiyesini aynı anlamda tekrar etmiştir. Tazmin, beytin anlam ve i‘rab yönünden tamam olmayıp arkadan gelen beyitle alâkasının bulunmasıdır. Ayrıca bir kasidede kafiye tef‘ilelerinin (darb) “mefâîlün = mefâilün” gibi vezni bozacak şekilde farklı tef‘ilede gelmesi kusuruna “tahrîd”, birinci mısra sonlarındaki tef‘ilelerin (aruz) farklı gelmesi kusuruna da “iksâd” denir. Kafiyede, revî hatırına anlamca gereksiz bir kelime kullanma kusuruna “istid‘â’”, yine kafiyede revî hatırına gereksiz bir “alem” zikretme kusuruna da “ilcâ’” adı verilir.

Fars edebiyatında kafiye kusurları Arap edebiyatındaki gibi ayrıntılı olmayıp sinâd, ikvâ, ikfâ ve îtâ ile sınırlandırılmıştır. Revîden önceki harfin harekesini esas alan sinâd için “yârî” ile “dûrî”, hazv ve tevcihin harekesini esas alan ikvâ için “şiguft” ile “girift”, telaffuzu birbirine yakın harflerin (b-p, g-k, t-d, c-ç) kafiyesini esas alan ikfâ için “gürg” ile “kürk” ve kafiyede ses ve kelime tekrarını esas alan îtâ için de “hûb-ter” ile “bed-ter” örnek verilebilir.

Servet-i Fünûn dönemine gelinceye kadar bu kusurlar Türk şairleri tarafından da kabul edilir, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerle yapılan kafiyelerde kusur olmaması için gayret sarfedilirdi (kadar-kader; kefen-vatan ... gibi). Ancak gerek Tanzimat’tan sonra Batı retoriğini benimseyen Türk şiirinin geldiği nokta, gerekse Türkçe seslerin Arapça ve Farsça kelimeler için hazırlanmış bir kafiye sistemine aykırılığı (üç çeşit h, iki çeşit t, üç çeşit s, dört çeşit z vb.) 1895 yılında, kelimelerin yapılışını esas alan göz için kafiye yerine, okunuşunu esas alan kulak için kafiyenin öne çıkmasına kapı araladı. Hasan Âsaf adlı bir şairin Ma‘lûmât gazetesinde yayımlanan bir şiirinde “abes” ile (عبث) “muktebes” (مقتبس) kelimelerini kafiye yapması üzerine tenkit edilmesi ve daha sonra bunu Recâizâde Mahmud Ekrem’in müdafaası, o dönemin Batı yanlısı Türk şairlerinden çoğuna kafiyenin kulak için olması fikrini benimsetti ve klasik kafiye kusurlarını önemsiz konuma getirdi. Harf inkılâbından (1928) sonra abes-muktebes tartışması da kusur olmaktan çıkıp Latin harfleriyle ve tamamen Batı retoriğine uygun kafiyeler benimsendi. “Garip akımı” ve “ikinci yeni”den itibaren serbest şiir ön plana çıkınca kafiye kısmen terkedildi. 2000’li yılların başlarındaki Türk edebiyatının gelişimine bakıldığında geleneksel anlayıştan farklı da olsa şiirde ses unsuruna değer kazandıran kafiyenin önemini arttıracağı söylenebilir.

Kafiye, İlkçağ’lardan itibaren şiirden bahseden eserlerle retorik kitaplarının başlıca konuları arasında yer almıştır. Arap belâgat ve edebiyat kitaplarında bu konuda yazılanlar İslâmî kaynaklı edebiyatları derinden etkilemiş ve zamanla kafiyenin ayrıntı içinde boğulacak derecede detaylandırılmasına yol açmıştır. Arap edebiyatında kafiye hakkında ilk müstakil eser Halef el-Ahmer’in (ö. 180/796 [?]) Kitâbü’l-Ḳavâfî’sidir (Ebü’l-Alâ el-Maarrî, s. 7). Daha sonra Kutrub’un (ö. 210/825 civarı) (İbnü’n-Nedîm, s. 78) ve Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ’nın (ö. 207/822) aynı adlı eserleri görülür. Mutlak ve mukayyed kafiye taksimini ilk yapanın Ferrâ olduğu kaydedilir. Ahfeş el-Evsat’ın (nşr. İzzet Hasan, Dımaşk 1390/1970), Ebû Ömer el-Cermî’nin (İbnü’n-Nedîm, s. 84), Ebû Osman el-Mâzînî’nin, Müberred’in (nşr. Ramazan Abdüttevvâb, Câmiʿatü ʿAyni şems Ḥavliyyâtü Külliyyeti’l-âdâb, XIII, Kahire 1973, s. 1-18), Amr b. Muhammed el-Kûfî’nin (a.g.e., s. 124) Kitâbü’l-Ḳavâfî’leri, Zeccâc’ın Kitâbü’l-Ḳāfî fî esmâʾi’l-ḳavâfî’si (a.g.e., s. 91), İbn Keysân’ın Telḳībü’l-ḳavâfî ve telḳībü ḥarekâtihâ’sı (nşr. W. Wright, Opuscula Arabica, Leiden 1859 içinde, s. 47-74; nşr. İbrâhim es-Sâmerrâî, Mecelletü’l-Câmiʿati’l-Muṣtanṣıriyye, sy. 2, Bağdad 1971), Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî’nin el-Muḫteraʿ fi’l-ḳavâfî’si bu sahada yazılmış ilk eserlerdir. Daha sonra kaleme alınan belli başlı eserler de şunlardır: Kādî Ali b. Muhammed et-Tenûhî Kitâbü’l-Ḳavâfî (Kahire 1975); İsmâil b. Hammâd el-Cevherî, Kitâbü’l-Ḳavâfî; İbn Sîde, el-Vâfî fî (aḥkâmi) ʿilmi’l-ḳavâfî; Kādî Ebû Ya‘lâ Abdülbâkī et-Tenûhî, Kitâbü’l-Ḳavâfî (Beyrut 1379); İbnü’l-Kattâ‘ es-Sıkıllî, eş-Şâfî fî (ʿilmi)’l-ḳavâfî; İbnü’s-Serrâc eş-Şenterînî, el-Kâfî fî ʿilmi’l-ḳavâfî (Beyrut 1400/1979); Emînüddin Muhammed el-Mahallî, el-Cevheretü’l-ferîde fî ḳāfîyeti’l-ḳaṣîde; Ali İbn Berrî, el-Ḳāfî fî ʿilmi’l-ḳavâfî; Ebü’l-Abbas Ahmed el-Endelüsî, el-Vâfî fî maʿrifeti’l-ḳavâfî (yazma nüshası için bk. , II, 32); İbnü’l-Mukrî el-Yemenî, ʿUnvânü’ş-şerefi’l-vâfî (Haydarâbâd-Dekken 1272; Taiz-Dımaşk 1987); Ebü’l-Bekā Muhammed el-Ahmedî, ez-Zübdetü’l-Ḳāfiyetü(’ş-şâfiye) fî ibrâzi meknûnâti fevâʾidi’l-ḳāfiye; Halîl b. İbrâhim el-Girîdî, Kitâbü’l-Ḳavâfî; Abdülmelik el-İsferâyînî, el-Kâfi’l-vâfî bi-ʿilmi’l-ḳavâfî; Ahmed el-Muhrizî, el-Kelimetü’l-ḳāfiye fî ʿilmi’l-ḳāfiye (Kahire 1335).

Aruz ve kafiyeye dair yazılan eserlerin bir listesini veren Gotthold Weil, bu alanda zamanımıza ulaşan ilk eserin İbn Keysân’ın çalışması olduğunu söyler. Günümüzde ise İbn Keysân’dan en az bir asır önce eserini yazmış olan Ahfeş el-Evsat’ın Kitâbü’l-Ḳavâfî’si ile Müberred’in Kitâbü’l-Ḳavâfî’si yayımlanmıştır. Çağdaş yazarlardan Ma‘rûf er-Rusâfî, Mustafa es-Sâvî, Ahmed el-Hâşimî, Safâ Hulûsî, Emîn Ali es-Seyyid, Avni Abdürraûf, Bedevî Mahtûn, Ahmed Keşk, Abdülazîz Atîk, Muhammed el-Ömerî, Ali Necîb Atavî, Abdullah Dervîş tarafından kafiye konusunu aruzla birlikte inceleyen çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Kafiye hususunda Halîl b. Ahmed ile Ahfeş el-Evsat arasındaki süreçte tanım, taksim ve terim olarak yerleşmiş olan bilgilere daha sonraki müellifler şevâhid ve misaller dışında yeni bir şey ekleyememişlerdir (Hüseyin Nassâr, s. 112).

Türk edebiyatında kafiye hakkında müstakil bir eser yazılmamakla birlikte gerek aruzla birleştirilerek gerekse belâgata dair kitapların içinde kafiyeden geniş biçimde bahsedilmiştir. Ali Seydi Bey ve Melkon’un hazırladıkları Seci ve Kafiye Lugatı (İstanbul 1323), Manastırlı Mehmed Rifat’ın Mecâmiu’l-edeb serisinin altıncı kitabı olan Fenn-i Kāfiye’si (İstanbul 1308), Muallim Nâci’nin Istılâhât-ı Edebiyye’si (İstanbul 1307, s. 65-121), İsmail Habip Sevük’ün Edebiyat Bilgileri (İstanbul 1942, s. 89-100), Tâhirülmevlevî’nin Edebiyat Lügatı (İstanbul 1973, s. 77-83) ve Cem Dilçin’in Örneklerle Türk Şiir Bilgisi (Ankara 1983, s. 59-92) bunlar arasında sayılabilir.


BİBLİYOGRAFYA

, “Ḳāfiye” md.

, II, 872, 1239-1242.

Zehrâ-yi Hânlerî [Kiyâ], Ferheng-i Edebiyyât-ı Fârsî, Tahran 1348 hş., s. 393.

Ahfeş el-Evsat, Kitâbü’l-Ḳavâfî (nşr. İzzet Hasan), Dımaşk 1390/1970.

İbnü’s-Serrâc, el-Kâfî fî ʿilmi’l-ḳavâfî (nşr. M. Rıdvan ed-Dâye), Beyrut 1400/1979.

Ebü’l-Hasan İbn Tabâtabâ, ʿİyârü’ş-şiʿr (nşr. Tâhâ el-Hâcirî – M. Zağlûl Sellâm), Kahire 1956, s. 102-111, 127-128.

, V, 496-510.

Kudâme b. Ca‘fer, Naḳdü’ş-şiʿr (nşr. S. A. Bonebakker), Leiden 1956, s. 2, 7-9, 19-23, 96-99, 108-111, 140-142.

Sâhib b. Abbâd, el-İḳnâʿ (nşr. M. Hasan Âlü Yâsîn), Bağdad 1379/1960, s. 80-87.

Merzübânî, el-Müveşşaḥ (nşr. Ali M. el-Bicâvî), Kahire 1385/1465, s. 38-40.

, s. 78, 84, 91, 124, 690.

Ebû Hilâl el-Askerî, Kitâbü’ṣ-Ṣınâʿateyn (nşr. M. Ebü’l-Fazl – Ali M. el-Bicâvî), Kahire 1371/1952, s. 375-388, 445-451.

İsmâil b. Hammâd el-Cevherî, el-Ḳavâfî (nşr. Kenan Demirayak), Erzurum 1995, tür.yer.; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 1-19.

Ebü’l-Alâ el-Maarrî, Lüzûmü mâ lâ yelzem, Bombay 1303, s. 2-19.

İbn Reşîḳ el-Kayrevânî, el-ʿUmde, Kahire 1353/1934, I, 129-158, 164; II, 3-5, 25-33, 54-57, 69-70, 292-293.

Abdülbâkī et-Tenûhî, el-Ḳavâfî (nşr. Avnî Abdürraûf), Kahire 1978.

Hatîb et-Tebrîzî, el-Vâfî fi’l-ʿarûż ve’l-ḳavâfî (nşr. Ömer Yahyâ – Fahreddin Kabâve), Dımaşk 1399/1979, s. 213-235.

a.mlf., el-Kâfî fi’l-ʿarûż ve’l-ḳavâfî (nşr. Hassânî Hasan Abdullah), Beyrut, ts., s. 146-169.

Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî, Miftâḥu’l-ʿulûm (nşr. Naîm Zerzûr), Beyrut 1403/1983, s. 568-577.

Ziyâeddin İbnü’l-Esîr, el-Mes̱elü’s-sâʾir, Kahire 1358/1939, I, 242-246, 264-278; II, 348-353, 359-361.

, II, 113.

İbn Ebü’l-İsba‘, Taḥrîrü’t-Taḥbîr (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1383/1963, s. 116-118, 224-241, 263-267, 295-308, 391-392, 517-524, 527-531.

Kartâcennî, Minhâcü’l-büleġāʾ ve sirâcü’l-üdebâʾ (nşr. M. Habîb İbnü’l-Hoca), Tunus 1966, s. 206-207, 271-286.

G. W. Freytag, Darstellung der arabischen Verskunst, Bonn 1830, s. 296-318.

Manastırlı Mehmed Rifat, Mecâmiu’l-edeb, İstanbul 1308, s. 51-127.

Muallim Nâci, Istılâhât-ı Edebiyye, İstanbul 1308, s. 65-121.

Ali Seydi – Melkon, Seci ve Kafiye Lugatı, İstanbul 1323, s. 7-14.

, II, 32.

İsmail Habip [Sevük], Edebiyat Bilgileri, İstanbul 1942, s. 89-100.

Mustafa Nihat Özön, Edebiyat ve Tenkid Sözlüğü, İstanbul 1954, s. 147-148.

Celâleddin Hümâî, Fünûn-ı Belâġat ve Ṣınâʿat-i Edebî, Tahran 1339 hş.

Reşit Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri, Ankara 1965, s. 18-19.

Pervîz Nâtil Hânlerî, Vezn-i Şiʿr-i Fârsî, Tahran 1345 hş.

Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi, İstanbul 1971, I, 54-55, 182-185.

Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügatı, İstanbul 1973, s. 77-83.

Nihad M. Çetin, Eski Arap Şiiri, İstanbul 1973, s. 61 vd.

a.mlf., “Arûz”, , III, 426-427.

Mustafa Sâdık er-Râfiî, Târîḫu âdâbi’l-ʿArab, Beyrut 1394/1974, III, 362-365, 370-373, 374-376.

L. P. Elwell-Sutton, The Persian Metres, Cambridge 1976.

Farzaad Mas‘ud, The Persian Poetic Metres, Leiden 1977.

M. Rıza Şefîî Kedkenî, Mûsiḳī-i Şiʿr, Tahran 1358 hş.

Cevdet Kudret, Örneklerle Edebiyat Bilgileri, İstanbul 1980, I, 178-201.

Mehdî Hamîdî, Fünûn-i Şiʿr, Tahran 1363 hş.

Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 59-92.

Abdullah Dervîş, Dirâsât fi’l-ʿarûż ve’l-ḳāfiye, Mekke 1407/1987, s. 93-120.

Sîrûs Şemîsâ, Ferheng-i ʿArûż, Tahran 1370 hş.

a.mlf., Âşinayî bâ ʿArûż ve Ḳāfiye, Tahran 1373 hş.

Mahmûd Fâhûrî, Sefînetü’ş-şuʿarâʾ, Dımaşk 1410/1990, s. 151-218.

M. Ali Şevâbike – Enver Ebû Süveylim, Muʿcemü muṣṭalaḥâti’l-ʿarûż ve’l-ḳāfiye, Amman 1411/1991.

Takī Vahîdiyân-ı Kâmyâr, Vezn ü Ḳāfiye-i Şiʿr-i Fârsî, Tahran 1372 hş.

Hâşim Sâlih Mennâ‘, eş-Şâfî fi’l-ʿarûż ve’l-ḳavâfî, Beyrut 1995, s. 251-298.

Muhsin Macit, Dîvân Şiirinde Âhenk Unsurları, Ankara 1996, s. 83-93.

Erdoğan Erbay, Eskiler ve Yeniler, Erzurum 1997, s. 116-135.

İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, İstanbul 1999, s. 223-225.

Hüseyin Nassâr, “ed-Dirâsâtü’l-ʿArabiyye ʿani’l-ḳāfiye”, Mecelletü’l-baḥs̱i’l-ʿilmî ve’t-türâs̱i’l-İslâmî, sy. 1, Mekke 1398, s. 103-112.

a.mlf., “el-Ḳāfiye fi’l-luġa ve’l-ʿarûż ve’l-mûsîḳā”, a.e., sy. 3 (1400), s. 197-206.

Ali M. Hakşinâs, “Perdâḫten be Ḳāfiye Bâḫten”, Neşr-i Dâniş, II/2, Tahran 1360 hş., s. 18-35.

G. Weil, “Arûz”, , I, 625-634.

a.mlf., “ʿArūḍ”, , I, 667-677.

Moh. Ben Cheneb, “Kafiye”, , VI, 65-66.

a.mlf. – S. A. Bonebakker, “Ḳāfiya”, , IV, 429-432.

S. A. Bonebakker, “Ḳāfiya”, , IV, 411-414.

, II, 351; IV, 401.

Mirza Hâdî Ali Vâmık, “Ḳāfiye”, , XVI/1, s. 53-58.

, X, 15327-15328.

“Kafiye”, , V, 88-99.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 24. cildinde, 149-153 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız. Bu madde en son 17.03.2019 tarihinde güncellenmiştir.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER