https://islamansiklopedisi.org.tr/halku-efalil-ibad
Buhârî ile, çağdaşı olan muhaddislerden Muhammed b. Yahyâ ez-Zühlî arasındaki Kur’an’ın yaratılmış olup olmadığı (halku’l-Kur’ân) meselesine dair görüş ayrılıklarını konu alan eser Yûsuf b. Reyhân ve Firebrî tarafından rivayet edilmiştir (Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 722). Kitabın Buhârî’ye nisbeti hususunda herhangi bir ihtilâf yoktur. Müellifin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’ini şerheden İbn Hacer el-Askalânî, Ḫalḳu efʿâli’l-ʿibâd’dan nakillerde bulunarak eseri ona nisbet eder (Fetḥu’l-bârî, XXVIII, 314, 316, 321). Buhârî ile Zühlî arasındaki ihtilâfa temas eden tabakat kitaplarının Ḫalḳu efʿâli’l-ʿibâd’da yer alan görüşleri Buhârî’ye nisbet etmeleri de eserin ona ait olduğunu desteklemektedir (meselâ bk. Sübkî, Ṭabaḳāt, II, 228-231). İbn Ebû Ya‘lâ’nın, “Kur’an’ı telaffuz edişim mahlûktur” sözünün Buhârî’ye nisbet edilemeyeceğine dair naklettiği rivayetler ise Hanbelîler’in halku’l-Kur’ân konusundaki aşırı tutumlarının bir ifadesi sayılmalıdır (Ṭabaḳātü’l-Ḥanâbile, I, 278-279). Âlimler, Kur’an’ı telaffuz etmenin hâdis olduğu tarzındaki görüşün Buhârî’ye aidiyetinde şüphe etmemektedirler (Sübkî, es-Seyfü’ṣ-ṣaḳīl, s. 68). Esasen Buhârî, kendi döneminde hassas bir mesele haline gelmiş olan bu konuyla ilgili fikrini gizleyip soru soranlara karşı, “Kur’an Allah kelâmıdır, mahlûk değildir” şeklinde tartışmalara yol açmayacak ifadeler kullanmak ihtiyacını duymuştur. Kitabına, ilk bakışta irade hürriyetiyle ilgili olduğu intibaını veren “Halku ef‘âli’l-ibâd” (kulların fiillerinin mahlûk oluşu) adını vermesi ve Buhara Emîri Hâlid b. Ahmed ez-Zühlî’nin Buhârî’ye baskı yaparak ilmî hayatına kısıtlamalar getirmesi de (DİA, VI, 369) bunu göstermektedir.
Ḫalḳu efʿâli’l-ʿibâd bir girişle üç bölümden meydana gelir. Müellif kitabına, Ca‘d b. Dirhem ile Cehm b. Safvân’ın ortaya attığı “halku’l-Kur’ân” fikrini ve hadisçilerin bu iddiayı reddeden görüşünü zikrederek başlar. Kur’an’ın mahlûk olduğunu söyleyenlerin müslüman sayılamayacağını kabul eden ve bu kanaatlerinden vazgeçmedikleri takdirde öldürülmelerini câiz gören rivayetlere yer verirken arşa istivâ, iman, rü’yetullah, cennetin fâni olması gibi konularda Cehmiyye’nin görüşlerine ve Selefiyye’nin bunlara yönelttiği tenkitlere temas eder. Giriş bölümünde son olarak Cehmiyye’den Bişr b. Gıyâs el-Merîsî’nin fikirlerini eleştiren Buhârî, bu arada Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin Cehmiyye’ye nisbet edildiğini söyler.
Eserin birinci bölümünde müellif hadislere dayanarak kulların yaptığı bütün fiillerin, bu arada Kur’an’ı okuma ve yazmanın mahlûk olduğunu, ancak ezberlenen, yazılan ve okunan Kur’an’ın Allah kelâmı olup mahlûk olmadığını belirtir. Ona göre Allah lafzını yazanın bu fiili hâdistir, fakat yazının delâlet ettiği mâna kadîmdir. İmanın da bir amel (kalbî fiil) olduğunu söyleyen Buhârî, halku’l-Kur’ân konusunda iki grubun da (Cehmiyye ile Haşviyye) Ahmed b. Hanbel’e ait görüşlerin inceliğini anlayamadığını, bu hususta onun sadece, “Allah’ın kelâmı gayri mahlûk, bunun dışındakiler mahlûktur” dediğini, bu görüşte de Resûlullah’ın, hakkında açıklama yapmadığı hassas meseleleri fazlaca araştırmaktan kaçınmakla ilgili bir işaretin bulunduğunu anlatır; ayrıca bu hususta Ahmed b. Hanbel’e isnat edilen fikirlerin çoğunun asılsız olduğunu söyler. İkinci bölümde, Kur’an metnini yazıp satmanın câiz görüldüğünü ve okunmasını kolaylaştırmanın lüzumunu belirttikten sonra kulların fiillerine dair hadislerden delil getirerek Kur’an’ı okuma ve yazma fiilinin mahlûk olduğunu ispata çalışır. Bu konuda Mu‘tezile’nin, Mûsâ’ya hitap şeklinde tecelli eden ilâhî fiili mahlûk, insanların fiillerini ise gayri mahlûk (Allah tarafından yaratılmamış) saymasını ve bununla ilgili hadisleri yeterince değerlendirmemesini eleştirir. Eserin üçüncü bölümünde Kur’an okumanın önemine temas edildikten sonra kelâmullahla istiâze konusundaki hadisler Kur’an’ı okuma ve yazma fiillerinin mahlûk olduğuna delil gösterilir. Ardından Allah’ın sıfatlarının yaratıkların sıfatlarına benzemediği anlatılır; bu arada özellikle kelâm sıfatı üzerinde durulur; Kur’an âyetlerinin ve Allah lafzının yazılı bulunduğu sayfalara abdestsiz dokunulamayacağı belirtilir. Buhârî, aslında mahlûk olan okuma fiiliyle kadîm olan okunanı (Kur’an) aynı şey sanarak Kur’an’ı telaffuz etmenin dahi yaratılmamış olduğunu ileri süren hadisçilerin görüşlerini eleştirirken Allah kelimesiyle Allah’ın aynı şey olmasının imkânsızlığına dikkat çeker. Müellif kitabın sonunda mecazla hakikat, fiille mef‘ûl, vasfetmekle vasıf kavramları üzerinde durarak bunların ayrı şeyler olduğunu anlatır. Ona göre fiil bir şeyi yaratmak, mef‘ûl ise yaratılan şey demektir. Dolayısıyla her şey Allah’ın kazâsıyla yaratılmıştır. Gökleri ve yeri yaratmak Allah’ın bir fiili ve “ol” (kün) emriyle de anlatıldığı üzere bir sıfatıdır. Mef‘ûl mahlûktur, fakat Allah’ın sıfatı demek olan fiili mahlûk değildir. Eser, Cehmiyye’nin “Kur’an cisimdir” tarzındaki iddiasına verilen cevaplarla ve Kur’an’ı inanarak okumanın faziletini belirten hadislerle sona erer.
“Kur’an’ı okuyup yazma kula ait bir fiildir, kulun bütün fiilleri ise mahlûktur; dolayısıyla Kur’an’ı okuma ve yazmanın da mahlûk olması gerekir” şeklinde özetlenebilecek olan bir ana fikri işleyen Ḫalḳu efʿâli’l-ʿibâd, Ehl-i sünnet kelâmcılarının Kur’an’ı lafzî ve nefsî kelâm ayırımına tâbi tutarak çözmeye çalıştıkları halku’l-Kur’ân meselesini aynı açıdan ilk defa ele alan, fiil ile mef‘ûlün (tekvin ile mükevven) ayrı şeyler olduğunu söyleyerek Allah’ın ezelî bir tekvin sıfatının bulunduğuna dikkat çeken, böylece Mâtürîdî kelâm mektebinin müjdecisi sayılan önemli bir kaynaktır. Selef metodu ile kaleme alınan eser Cehmiyye ekolüne ve ricâline yönelik tenkitler içermesi, ayrıca Selefiyye’nin arşa istivâ, sıfât-ı ilâhiyye, rü’yetullah ve iman konularındaki anlayışını yansıtması bakımından da değerli bir çalışma kabul edilmiştir.
Süleymaniye Kütüphanesi’nde yazma nüshası bulunan eser (Reîsülküttâb Mustafa Efendi, nr. 139/1) Muhammed Şemsülhak el-Azîmâbâdî (Dehli 1306), Ali Sâmî en-Neşşâr ve Ammâr C. et-Tâlibî (İskenderiye 1971, ʿAḳāʾidü’s-selef içinde, s. 117-219), Abdurrahman Umeyre (Beyrut 1978) ve Ebû Muhammed Sâlim b. Ahmed es-Selefî ile Ebû Câhir Muhammed es-Saîd b. Besyûnî (Kahire 1988) tarafından neşredilmiştir. Bedr el-Bedr’in de yayımladığı eseri (baskı yeri ve tarihi yok, Dârü’s-Selefiyye) Yusuf Özbek aynı neşre dayanarak Hadîs-i Şerifler Işığında İlâhî Kelâmın Müdâfaası adıyla Türkçe’ye çevirmiştir (İstanbul 1992).
BİBLİYOGRAFYA
Buhârî, Ḫalḳu efʿâli’l-ʿibâd (ʿAḳāʾidü’s-selef içinde), s. 117-219, ayrıca bk. nâşirlerin girişi, s. 30.
İbn Ebû Ya‘lâ, Ṭabaḳātü’l-Ḥanâbile, I, 278-279.
Sübkî, Ṭabaḳāt (Tanâhî), II, 228-231.
a.mlf., es-Seyfü’ṣ-ṣaḳīl (nşr. M. Zâhid el-Kevserî), Kahire 1937, s. 68.
İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî (Sa‘d), XXVIII, 314, 316, 321.
Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 722.
Brockelmann, GAL Suppl., I, 265.
J. Robson, “al-Buk̲h̲ārī”, EI2 (Fr.), I, 1336.
M. Mustafa el-A‘zamî, “Buhârî, Muhammed b. İsmâil”, DİA, VI, 369.