ALİ TEBRÎZÎ, Mîr - TDV İslâm Ansiklopedisi

ALİ TEBRÎZÎ, Mîr

مير عليّ تبريزي
Müellif: ALİ ALPARSLAN
ALİ TEBRÎZÎ, Mîr
Müellif: ALİ ALPARSLAN
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 1989
Erişim Tarihi: 28.11.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/ali-tebrizi-mir
ALİ ALPARSLAN, "ALİ TEBRÎZÎ, Mîr", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ali-tebrizi-mir (28.11.2024).
Kopyalama metni

Hacı Mîr Ali Tebrîzî, Sultan Ali Tebrîzî ve Hâce Emîr Ali Sultan adlarıyla da anılmaktadır. Hayatı hakkındaki bilgiler çok azdır. Timur ve oğlu Şâhruh devri ileri gelenlerinden Hasan-ı Tebrîzî’nin oğludur. Tebrîzî nisbesinden Tebriz’de doğduğu anlaşılmaktadır. Son zamanlarda bazı araştırmacılar yaklaşık aynı çağda yaşayan iki ayrı Mîr Ali Tebrîzî bulunması ve bunlardan hangisinin “vâzıu’l-asl” olarak tanındığı hususunda şüpheye düşmüşlerdir. Fakat Mehdî Beyânî, Şah İsmâil’in oğlu Behrâm Mirza’nın kütüphanesinden British Museum’a (Add. 18113) intikal eden Hâcû-yi Kirmânî’nin Hümâ ve Hümâyûn, Kemâlnâme ve Ravżatü’l-envâr adlı eserlerinin sonundaki Mîr Ali b. İlyâs-ı Tebrîzî imzası ile Ali Tebrîzî’nin oğlu Abdullah’ın talebesi Ca‘fer-i Tebrîzî-i Baysungur’un Tahran’da Kitâbhâne-i Saltanatî’de bulunan bir kıta yazısının imza kısmında Ali Tebrîzî’nin babasının adını Hasan olarak kaydetmesini göz önünde bulundurarak bunların ayrı kişiler (Ḫoşnüvîsân, II, 445-446) ve “vâzıu’l-asl” diye anılanın da Ali b. Hasan Tebrîzî olduğunu ileri sürmüştür (a.g.e., II, 442; , I, 881).

Bu konudaki belli başlı kaynaklardan Mirʾâtü’l-ʿâlem yazarı Bahtâver Han onu bilgin, müellifi meçhul Reyḥân-ı Nestaʿlîḳ hâfız-ı Kur’ân, Midâdü’l-ḫuṭûṭ sahibi ünlü hattat Mîr Ali Herevî ise şair ve yazısının da şiiri gibi güzel olduğunu bildirmektedirler. Yine İran kaynaklarından Teẕkire-i Ḫoşnüvîsân sahibi Hidâyetullah Lisânü’l-Mülk Sipihr’e göre Ali Tebrîzî önce nesih, sonra nesta‘lik ile meşgul olmuştur. Mirza Senglâh Teẕkiretü’l-ḫaṭṭâṭîn’inde, Mîr Ali Herevî de Midâdü’l-ḫuṭûṭ’unda onun bütün İslâmî yazılarda usta olduğunu kaydetmektedirler. Ancak Midâdü’l-ḫuṭûṭ, Târîḫ-i Reşîdî, Gülistân-ı Hüner, Tuhfe-i Hattâtîn, Hat ve Hattâtân gibi önemli kaynakların onu nesta‘lik yazısının mûcidi olarak göstermeleri doğru değildir. Çünkü bu yazı daha hicrî VIII. yüzyılın ortalarında teşekkül etmeye başlamıştı. Halen Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Ayasofya, nr. 3924) bulunan ve 800 (1398) tarihinde Sâlih b. Ali Rızâ tarafından yazılmış olan Sultan Ahmed-i Celâyir’in divanı oldukça gelişmiş bir nesta‘lik örneğidir. Bundan dolayı Ali Tebrîzî’yi nesta‘liki ilk bulan ve yazan kişi olarak kabul etmek mümkün değildir. Bu hususta en doğru hükmü, onun nesta‘like açık bir şekilde istikamet verdiğini ve altı çeşit yazıdan ayırarak ona farklılık kazandırdığını kaydeden Gelibolulu Âlî vermiştir (Menâkıb-ı Hünerverân, s. 32). Nesta‘likin Ali Tebrîzî tarafından ne şekilde icat edildiği hususunda Tuhfe-i Hattâtîn’de Kazasker Abdülbâki Ârif Efendi’nin, hocası Mehmed Tebrîzî’den naklettiği ve Hat ve Hattâtân ile Peydâyiş-i Ḫaṭṭ u Ḫaṭṭâṭân’da da bulunan rivayet güzel bir hikâyeden başka bir şey olmasa gerektir. Kaynakların ileri sürdüğü bu görüşler bir tarafa bırakılarak yukarıda işaret edildiği gibi nesta‘likin XIV. yüzyılın ortalarında teşekkül etmeye başladığı göz önünde bulundurulursa, Ali Tebrîzî’nin onu ıslah etmek için bazı kaideler koyduğu ve ona müstakil bir yazı şeklini kazandırmak hususunda büyük gayretler sarfettiği anlaşılır. Bu kaideler kendisinden sonra oğlu hattat Mîr Abdullah ve onun talebesi Mirza Ca‘fer-i Tebrîzî-i Baysungur ile onun talebesi Azher-i Tebrîzî tarafından geliştirilmiştir.

Ali Tebrîzî’nin mevcut eserlerinin incelenmesinden, yazısının pek de güzel olmadığı anlaşılmaktadır. Hattatlar tarafından çanaklı harf olarak nitelenen sin, sad, kâf ve nun gibi harflerin ölçülerinde ayniyet varsa da bunlar şekil itibariyle daha genişçe ve uzuncadır. Bunun gibi keşîde verilmiş diğer harflerin de biraz fazlaca uzun olduğu görülmektedir. Fakat yazılarının genellikle çelimsiz görünmesi devrine göre normal karşılanmalıdır.

Kendisine “kıdvetü’l-küttâb”, “kıbletü’l-küttâb”, “zahîrü’d-dîn” ve “vâzı‘” gibi lakaplar verilen ve eserlerinde Fakīr Mîr Ali, Mîr Ali, Mîr Ali Kâtib-i Tebrîzî, el-Fakīr Ali Tebrîzî imzalarını kullanan hattatın en tanınmış talebesi oğlu Mîr Abdullah’tır.

Ali Tebrîzî’nin eserleri kitap, murakka‘ ve kıtalardan ibaret olup Tahran, Londra, Leningrad, İstanbul kütüphanelerinde ve bazı hususi koleksiyonlarda bulunmaktadır. Ona ait yegâne yazının kendisinde bulunan bir mecmuadaki üç beyitlik bir kıta olduğunu ileri süren Mehdî Beyânî, tesbit ettiği bazı yazıların imzalarında Mîr veya Tebrîzî sözleri yer almamakla birlikte, yalnız tarihlerini ve yazı üslûbunu göz önünde bulundurarak Mîr Ali Tebrîzî’ye ait olabileceği tahminini yürütmektedir. Aynı şekilde Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Revan Köşkü bölümünde bulunan murakka‘daki Fâtiha sûresini ihtiva eden iki sayfalık yazının da imzasına rağmen ona aidiyeti şüphelidir.


BİBLİYOGRAFYA

, s. 32.

, s. 63-65.

, s. 688-690.

Habîb, Hat ve Hattâtân, İstanbul 1305, s. 207-209.

Abdülmuhammed Îrânî, Peydâyiş-i Ḫaṭṭ u Ḫaṭṭâṭân, Kahire 1345/1927, s. 177-178.

, II, 120, 441-446.

Habîbullah Fezâilî, Aṭlas-ı Ḫaṭ, İsfahan 1391, s. 453-455.

P. P. Soucek, “ʿAlī Tabrīzī”, , I, 881.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1989 yılında İstanbul’da basılan 2. cildinde, 455-456 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER