https://islamansiklopedisi.org.tr/ahlakul-esraf
740 (1339) yılında kaleme alınmıştır; müellifin mensur eserlerinin en önemlisi sayılır. Eser, adıyla Nasîrüddîn-i Tûsî’nin Evṣâfü’l-eşrâf’ını andırırsa da gaye ve muhteva itibariyle ondan farklıdır. Esere bu ismin verilmesinde mahirane bir alay ve edibane bir kınama sezilmektedir. Zâkânî bu kitabında Sa‘dî’nin Gülistân’ında kullandığı üslûbu taklit etmeye çalışmış, ancak onun kadar başarılı olamamıştır. Müellifin, kendi devrindeki yönetici kadronun ve onların yolunda gidenlerin İslâmî esaslara saygılı olmadıklarını, fazilet olarak telakki ettikleri şeylerin hiçbir ahlâkî yönü bulunmadığını çekinmeden ve bir edibe yaraşır şekilde ortaya koyması eserin en önemli özelliğidir. Ubeyd-i Zâkânî, Aḫlâḳu’l-eşrâf’ın önsözünde gerçek eşrafın (şerefli kişiler) kimler olduğunu belirttikten sonra, bunların özellikle hikmet, şecaat, iffet ve adaletten ibaret dört temel fazilette en üst seviyeye çıkmak için büyük gayret sarfettiklerini anlatır. Müellif, bu bölümün sonuna doğru ahlâk alanında iki türlü düşünce ve yaşama tarzından bahseder. “Mezheb-i mensûh” diye adlandırdığı ilk telakki, geçmişteki seçkin şahsiyetlerin yüksek ahlâk ve fazilet yoludur. İkincisi ise devrin ileri gelenlerince mezheb-i mensûhun yerine konan “mezheb-i muhtâr”dır. Bu yol fesad, zulüm, şahsî menfaat ve ikiyüzlülüğün hâkim olduğu bir yaşama tarzıdır.
Aḫlâḳu’l-eşrâf hikmet, şecaat, iffet, adalet, sehavet, hilim ve vefâ, hayâ, doğruluk, merhamet ve şefkat konularının işlendiği yedi bölümden (bab) meydana gelir. Her bölümde, önce “neshedilmiş mezhep” ele alınarak mensuplarının o bölüme konu olan faziletlerinin tarifi yapılır; eski düşünürlerin ve İslâm büyüklerinin bu husustaki görüşleri sıralanır. Daha sonra “tercih edilmiş mezheb”e geçilir ve bu telakkinin, zamanın büyükleri ve ileri gelenlerinin ahlâkına hâkim olan insanlık dışı davranışlar ve kötü düşüncelerden ibaret olduğu gözler önüne serilir. Kısaca müellif, Allah ve resulünün hükümleri yerine sultanların ve emîrlerin buyruklarının hâkim kılındığını ve “yüce Allah doğru söyledi” (صدق الله العظيم) esasının yerine “emîr doğru söyledi” prensibinin geçerli hale geldiğini anlatır.
Aḫlâḳu’l-eşrâf’ın yedi babı, Cengiz Han ile halefleri zamanında ve özellikle İlhanlılar’la Timur saldırısı arasındaki fetret devirlerinde hüküm süren her türlü rezalet ve kötülükleri huy edinmiş yönetici kadro ile onlara kayıtsız şartsız boyun eğen veya boyun eğmek zorunda kalanların durumlarını yansıtan yedi ayna gibidir. Eskiden beri Avrupalılar’ın ve özellikle Osmanlılar’ın dikkatini çeken ve müellifin Külliyyât’ı ve Münteḫab-ı Leṭâʾif’i içinde çeşitli zamanlarda basılan eserin henüz ilmî bir neşri yapılmamıştır.
BİBLİYOGRAFYA
Ubeyd-i Zâkânî, Aḫlâḳu’l-eşrâf (Külliyyât içinde, nşr. Abbas İkbâl-i Âştiyânî), Tahran 1332 hş., II, 8-31.
a.mlf., Münteḫab-ı Leṭâʾif (nşr. H. İsfahânî – M. Ferté), İstanbul 1303, s. 7-31.
Abbas İkbâl-i Âştiyânî, Külliyyât [Ubeyd-i Zâkânî], Tahran 1332 hş., I, Mukaddime.
Ethé, Târîḫ-i Edebiyyât, s. 118-119.
Safâ, Edebiyyât, III/2, s. 1270-1272.
Tahsin Yazıcı, “Ubeyd-i Zâkânî-i Kazvînî”, İA, XIII, 2.
P. Sprachman, “Aḵlāq al-Ašrāf”, EIr., I, 723-724.